Son Nesil - Childhood's End
Arthur C. Clarke
Çeviren: Kayhan Şentin
Cep Kitapları
Ağustos 1984 (1. basım)
248 sayfa
248 sayfa
* Okuma Şenliği için sahaftan aldığım bir kitap.
İlk baskısı 1953'te yapılan romanımızın zaman çizgisi 1970'lerde başlıyor. Eski dostlar olan Hoffman ve Schneider adlı iki bilim insanı, uzun yıllar önce yollarını ayırmışlar ve biri ABD adına, biri Rusya adına; kalabalık ekipleri ile birlikte, uzaya açılan ilk gemiyi üretmek için harıl harıl çalışıyorlar. Fakat, iki ekip de sonuca çok yaklaşmışken, yıldızların arasından çıkıp gelen devasa gemiler Dünya göklerinde beliriyor. İnsan ırkı artık yalnız değil.
İlk temasın beş yıl sonrasına atlayan roman, New York'taki Birleşmiş Milletler binasına taşıyor okuyucuyu. Gökyüzüne park eden gemiler beş yıldır oradan ayrılmamışlar, içerideki varlıklar yüzlerini göstermemişler ama Dünya yönetimine hakim olmuşlar ve yalnızca BM Genel Sekreteri Stormgren ile doğrudan iletişim kuruyorlar. Bu hakimiyetle birlikte milletler arası savaşlar sona ermiş, dünya bir bolluk ve huzur dönemine girmiş, kim oldukları bilinmeyen bu yöneticilere Tanrısallar adı verilmiş. İnsanlar çoğunlukla bu durumdan memnunlar ve tepelerinde süzülen yabancı gemilere çoktan alışmışlar ama duruma karşı çıkan, özgürlüklerinin yok olduğunu savunan ve şiddetli protestolar düzenleyen bir azınlık var. Bu protestocuların büyük bir kısmını din adamları oluşturuyor, çünkü Tanrısalların gelişi ile birlikte inançlarının tehdit edildiğini düşünüyorlar:
"Bilim, aldırmazlıkla olduğu kadar, dogmalarını kabul etmemekle de dini yıkabilir. bildiğim kadarıyla Zeus veya Thor'un yokluğunu kimse ortaya koymadı, ama şimdi bunların çok az izleyicisi var. Wainwright ve taraftarları da, onların inançları konusundaki gerçeği bildiğimiz için korkuyor. Acaba ne kadar zamandır insanlığı gözlediğimizi düşünüyorlar? Muhammed'in hicreti başlattığını, ya da Musa'nın Yahudilere yasalar koyduğunu gördük mü? Onların inandıkları öykülerin tümüyle saçma olduğunu biliyor muyuz?"
Bu konuşmayı yapan kişi Karellen, Tanrısalların sözcüsü. Kendisini asla göstermese de, Genel Sekreter Stormgren'le düzenli toplantılar yapıyor, talimatlar iletiyor ve hatta bir çeşit arkadaşlık ilişkisi geliştiriyorlar. Görevi süresince Karellen'in neye benzediğini hiç öğrenemeyen Stormgren, emekli olmadan önceki son toplantılarında ufak bir oyun oynayıp Karellen'i görmeyi başarıyor. Gördüğü şeyi hiç kimseyle paylaşmıyor ve Tanrısalların sırrını hayatı boyunca saklıyor. Bu olaydan ancak elli yıl sonra Karellen yeryüzüne iniyor ve insanlara kendini gösteriyor.
Elli yıllık bir atlama yapan romanda Clarke, Tanrısalların yönettiği dünyada adeta bir ütopya kurmuş. İnsanlık uzaya açılma hayalini bir kenara bırakmış, günlük işlerin çoğunu robotlara devretmiş, yalnızca keyif için çalışıyorlar, çalışmak istemezlerse okula dönüp yeni bir alanda eğitim görüyorlar; nadir bulunan nesneler dışında hemen her şey bedava sağlanıyor ya da çok ucuz fiyatlara satılıyor. Bu huzurlu, zengin, sağlıklı dünya tanımı, kurgu bir gelecek için bile çok fazla iyimser. Bütün bu iyimser tablonun ardında, din ile birlikte bilim ve sanat da bir gerileme sürecine girmiş. Bilimle uğraşan (oyalanan) birçok insan olmasına karşılık, ilerlemeyi sürdürecek nitelikte bilim insanları kalmamış.
"Evet, pek çok teknolog vardı; fakat bunların pek azı insan bilgisinin sınırlarını genişletecek özgünlüğe sahipti. Merak vardı, buna ayıracak boş zaman da; ama temel nitelikte bilimsel araştırmaya girecek yürek yoktu insanlarda. (...) Hiçbir çağda, sırf eğlence için birtakım gerçekleri toplamaya koyulan böylesine çok sayıda amatör bilimci görülmemişti; ne yazık ki, bu gerçekler arasında ilişki kuracak kuramcıların sayısı çok azdı. (...) Amatör ve profesyonel olmak üzere sürüyle icracı vardı, ama varlıkları bir nesil boyu sürecek, gerçek anlamda edebiyat, müzik, resim ve heykel ürünleri çıkmıyordu artık. Dünya, artık bir daha hiç dönmeyecek olan bir geçmişin parlaklığıyla yaşıyordu."
Bir de, Clarke'ın yönetime el koyan uzaylılar ile gerekçelendirdiği çöküşü biz şimdiden yaşıyoruz sanırım:
"Her gün radyo ve TV'nin çeşitli kanallarından beş yüz saat kadar bir yayın yapıldığının farkında mısınız? (...) İnsanların artık pasif süngerler haline gelmesine şaşmamalı; yalnızca emiyor ama herhangi bir şey yaratmıyorlar. Kişi başına ortalama program izleme süresinin günde üç saat olduğunu biliyor muydunuz?"
Düşünebiliyor musunuz?! Günde üç saat televizyon izlemek, nasıl da inanılmaz! Kesintisiz yayın yapan sadece yirmi kanal olsa, Clarke'ın "abartılı" bir süre olarak sunduğu beş yüz saatlik yayını yakalıyoruz. Yanılmıyorsam bizim evdeki televizyonda 120'den fazla kanal var. Hesabı tamamlamaya üşendim.
Tanrısalların Dünya'ya gelmelerinin ardından geçen yıllarda nesiller değişiyor, yeni doğan her nesil ile birlikte Tanrısalların varlığı ve yönetim biçimleri daha da kanıksanıyor; ancak neden buraya geldikleri, neden insan ırkının geleceğine müdahale ettikleri ancak kitabın sonlarında açıklanıyor. Bu kitabın büyük bir kısmını çok sevdim, finale yaklaştıkça sevgim biraz azalmaya başladı. (Bundan sonra yazacağım birkaç cümle, kitabın sonu ile ilgili yorum içerdiği için okumamayı tercih edebilirsiniz. Final ile ilgili kısmı okumak istemeyenler için kısa özet: İnsanın başka bir gezegenden gelen varlıklarla ilk temasını işleyen bu roman bence mutlaka okunmalı. 'Ben okurum, final hakkında bilgi almak okuma keyfimi kaçırmaz' diyorsanız, devam edelim.)
Galiba ben, aslında Arthur C. Clarke'ı pek o kadar sevmiyorum.
Kullandığı dili seviyorum, romanlarındaki insan eleştirilerini seviyorum
ama birden fazla romanında kullandığı, saf bilinçten oluşan bir varlığa
doğru evrimleşme ya da bu bilincin iradesine bağlanan olayları
sevmiyorum. Son Nesil'i okurken de aynı hayal kırıklığını yaşadım; oysa
çok güzel gidiyordu roman. Görüyoruz ki, Karellen ve soydaşları Yücedimağ olarak adlandırdıkları bir varlığın emri ile dünyaya gelmişler. Yücedimağ'ın insan evriminin bir sonraki basamağı ile ilgili öngörüleri doğrultusunda insanları yönlendirmeleri gerekiyormuş. Bu evrimin ne olduğunu, nasıl olduğunu ise elbette anlatmayacağım, fakat kitapta oldukça görkemli betimlemeler var. Yücedimağ kurgusunu sevmesem de, kitabı büyük bir keyifle okudum.
B.K.türünün en sevdiğim yazarı olan Arthur Clarke’in geçen sene okuduğum kitabı.Clarke’i sevmemin nedeni kitaplarında çoğunlukla-benim çok sevdiğim bir yaklaşım olan- varlık,insanın kaderi,nereden gelip nereye gidiyoruz tanrı nedir veya kimdir ..gibi metafizik sorunlara kafa yormasıdır.Onun Uzay Macerası 4’lemesi veya RAMA dizisi bile tek başına favori yazarım olmasına yeterdi elbette..Bu kitaba gelince; tanrı nedir veya yaratım nedir ,çok ileri uzaylı bir medeniyet tanrı olabilirmi,neye benzer(ler) soruları ile insanı bayağı sarsıyor.Ancak son kısmı sizinde belirttiğiniz gibi “waaooow” dedirtecek kadar çarpıcı değil.Adeta yazarımız “bende iyi bir açıklama getiremedim valla” diyor.Oysa Uzay macerasında 4 ciltlik konuyu çok iyi bağlamıştır.Ama mutlaka okunması gereken bir baş eser.Teşekkür ederim hatırlattığnız için bir daha okuyayım belki satır aralarında daha önce atladığım bir şeyler yakalayabilirim.
YanıtlaSilankaralıkitapkurdu
Metafizik konular bilim kurgunun içine çok fazla karışınca bazen beni rahatsız ediyor, özellikle bu kitaptaki gibi "işte öyle yani, yüce güç..." diye bağlanırsa =) Rama ve Bir Uzay Efsanesi serilerinde çok daha başarılıydı sizin de dediğiniz gibi, yine de bu kitap da keyifli.
Sil