29 Aralık 2020

Sisler İçindeki Lut (Unutulmuş Fantastik Klasikler 6)


Sisler İçindeki Lut - Lud-in-the-Mist
Hope Mirrlees
Çeviren: Damla Göl
İthaki Yayınları
Mayıs 2020 (1. basım)
312 sayfa

Bu kitabı Damlacığım çevirdi, ben yayıma hazırladım. Böylece, zaman zaman konuştuğumuz "belki bir gün bir kitabı beraber yaparız" hayalimiz gerçek oldu. Ha tabii, kitabın çevrilmesi ile bana gelmesi arasında geçen zaman boyunca Alican'ı ve Emre'yi, "O kitabı ben yapayım mı? Damla'nın çevirisini bana versenize," diye zaman zaman taciz etmiş olabilirim. What can I do sometimes? ¯\_(ツ)_/¯

Sisler İçindeki Lut, ilk kez 1926'da yayımlanmış. Şahane mekân ve karakter isimleriyle çizgi film gibi, sevimli bir masal. Nathaniel Chanticleer, Endymion Leer, Willy Wisp, Primrose Crabapple...

Özgür Dorimare Devleti'nin başkenti Sisler-İçindeki-Lut'ta başlıyor roman. Bir de ülkenin batı sınırındaki Tartışmalı Tepeler ve bu tepelerin ötesindeki Periler Diyarı var. Periler Diyarı yasak, orayla hiçbir münasebet kurulmuyor. Ama Dorimare'de yasaklanmış olan peri meyvesi hâlâ kaçak yollardan ülkeye sokuluyor.

"Kanunlar Periler Diyarı'nın ve o topraklarla ilgili her şeyin hiç var olmadığını iddia ediyor ve peri meyveleri artık o yerleşik ritüellerin şatafatıyla ülkeye getirilmiyor olsa da Sisler-İçindeki-Lut'ta isteyen herkesin bu meyveyi tedarik edebileceği, herkes tarafından bilinen bir sırdı."

Burada tıkanıp kalıyorum, hatta galiba bir buçuk aydır tıkanmış ve bu yazıyı bitiremez durumdayım çünkü ben bu kitabı okuyalı aylar oldu, basımından da bir süre önce okudum, malum. O yüzden taze taze yorumlayamıyorum, zaten tarafsız da yorumlayamıyorum. Nasıl tarafsız yorumlayayım ki? O yüzden kendimi zorlamayı bırakayım, "Bakın, biz ne güzel kitap yaptık!" deyip gideyim, bu da yılın son yazısı olsun.

Bakın, biz ne güzel kitap yaptık!

Damla'nın Çevirmenin Çemberi yazısını da okumadan geçmeyiniz tabii.

15 Aralık 2020

Günlük Tutmak Kim, Ben Kim!

 

Günlük Tutmak Kim, Ben Kim!
Hülya Kibaroğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ocak 2016 (1. basım)
154 sayfa

Sevgili Blog,

Ben yine çok şahane bir çocuk kitabıyla geldim. Günlük Tutmak Kim, Ben Kim!'in yazarı sevgili Hülya Hanım'la bir Facebook grubundan tanışıyoruz, ben kendisine patates verecektim (evet, patates, ne var?) o bana kitabıyla geldi. Edebiyatçı olduğunu, yazar olduğunu bilmiyordum, kitabı görünce nasıl mutlu oldum, anlatamam. Bu takastan kesinlikle ben kârlı çıktım. Kitabı önce okudum, sonra da uygun yaş aralığında (8-13 yaş) bir çocuk bulup hediye edeceğim.

Kitap, annesinin zorlamasıyla günlük yazmaya başlayan Burak'ın yaz tatili boyunca tuttuğu günlüğü. Önce, "Ne yazacağım ki şimdi ben sana?" tadında başlıyor ama Burak yazdıkça açılıyor. Evdeki sıkıcı günlerini anlatıyor, sonra Antalya'ya kampa gidiyor. Kampta öyle bir eğleniyor ki benim bile canım istedi, neredeyse. Yirmi tane çocukla iki hafta geçirmek istemedim tabii, çocukken bile yirmi tane çocukla iki hafta geçirmek kabusum olurdu muhtemelen.

"Kitabın adı öyle güzeldi ki! 'İki Yıl Okul Tatili' diye bir kitaptı. İşte benim istediğim bu. Bir yıl okul, iki yıl tatil; bir yıl okul, iki yıl tatil. Kitabı okumadım, ama güzel olduğu adından bile belli. Gel gelelim bizim tatil iki yıl değil, sadece birkaç ay. Bir de şunu anlayamıyorum, okuldayken haftalar yüzyıl gibi geçiyor, tatildeyken sanki bir dakika."

Görüyor musunuz, Burak görelilik meselesini erkenden çözmüş. Kısacası, Sevgili Blog, kitabı gerçekten gülümseyerek okudum, çaktırmadan verdiği dersleri sevdim ve uygun yaşlardaki çocuklara gönül rahatlığıyla hediye edebileceğim için size de gönül rahatlığıyla öneriyorum.

Elinize, kaleminize sağlık Hülya Hanım. <3

5 Ekim 2020

Koralin

Koralin - Coraline
Neil Gaiman
İllüstrasyonlar: Dave McKean
Çeviren: Niran Elçi
İthaki Yayınları
Temmuz 2019 (1. baskı)
147 sayfa

Bu sıralar yeni bir alışkanlık edinmeye çalışıyorum. Bir kitaba başladığımda 1-2 hafta sonra hâlâ ilerlemiyorsa, canım okumak istemiyorsa inat etmeyip başka bir kitaba geçiyorum. Normalde o kitap bitene kadar (ya da beni aylarca canımdan bezdirene kadar) zorlarım ama galiba bu yeni yöntem daha verimli olacak. Sorun şu, çoğu kitaptan sıkılıyorum. Son zamanlarda Kör Suikastçı ve Çataldili Konuşan Son İnsan'a başladım, birini haftalarca diğerini 2-3 hafta boyunca yastığımın yanında tuttuktan sonra pes ettim. Sonra işte Oz Büyücüsü, Koralin gibi daha hızlı bitirebileceğim kitaplara geçmeye başladım. Bence iyi oldu. Fakat Margaret Atwood'dan ne okusam çok sararken bu kitabı niye okuyamadım, onu bilmiyorum.

Koralin'in filmini hâlâ izlemedim. Yıllar önce bir kere izlemeye başladım, geç vakitti, uyudum, filme dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Geçenlerde (geçen yıl) Can izleyelim dedi, "Dur, ben kitabı okumadan olmaz!" dedim, o günden beri bekliyor ki okuyayım da sonra filmini izleyelim. Artık izleyebiliriz!

Koralin, Gaiman'ın masal gibi çocuk kitaplarından biri, azıcık gerilimli, çokça heyecanlı. Ailesiyle yeni taşındığı eski bir evde keşfe çıkan ve aslında arkasında duvardan başka hiçbir şey olmayan bir kapıdan geçince diğer annesiyle karşılaşan Koralin'in macerasını anlatıyor. Çok eğlenceli! Çok bir şey anlatmayacağım, ben bu yazıyı yazmayı planlarken Instagram'a girdiğim anda karşımda bulduğum alıntıyı (ama kitabın bendeki baskısını esas alarak) buraya da ekleyerek bitireceğim.

"Lütfen. Adın ne?" diye sordu Koralin kediye. "Bak, benim adım Koralin. Tamam mı?"
Kedi yavaşça, dikkatle esnedi ve şaşırtıcı pembelikte bir ağız ve dil sergiledi. "Kedilerin isimleri olmaz," dedi.
"Olmaz mı?" dedi Koralin.
"Olmaz," dedi kedi. "
Siz insanların isimleri vardır. Çünkü siz kim olduğunuzu bilmezsiniz. Biz kim olduğumuzu biliriz, bu yüzden isimlere ihtiyacımız yoktur."

8 Eylül 2020

Oz Büyücüsü

 

Oz Büyücüsü - The Wonderful Wizard of Oz
Lyman Frank Baum
Çeviren: Volkan Yalçıntoklu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Temmuz 2019 (3. basım)
135 sayfa

Oz Büyücüsü'nü izleyeli yıllar oldu. Ara sıra müziklerini dinlerim. Çok eskiden evde bir Zümrüt Kent baskısı vardı ama galiba onu da hiç okumadım. Nihayet Damla'cığım (ki kitabın bu baskısının editörlüğünü yaptı) bana Oz Büyücüsü'nü hediye etti, bir süre kitaplıkta beklettikten sonra tam da hafif bir şeyler okumak istediğim sıralarda gözüme ilişti. Pek iyi oldu.

Önce bir Somewhere Over the Rainbow izleyelim mi? (Normalde hep Israel Kamakawiwo'ole'den dinlerim -evet soyadını Google'dan kopyaladım- ama bu sefer kitabın ve filmin tadına uysun, Dorothy ve Toto'yu izleyelim.) (Mobil cihazdan geliyorsanız diye söylüyorum, aşağıda gömülü bir YouTube videosu var. Telefondan bakınca fark ettim ki gözükmüyormuş.)

Filmdeki kırmızı pabuçların aslında gümüş olması gerektiğini biliyor muydunuz? Ben aslında biliyordum, bir yerlerde okumuştum ama unutmuşum. Kitabı okurken hatırladım. Kitapta gümüşten olan (gümüş rengi değil, bizzat gümüşün kendisi) ayakkabılar, sinemada renkli çekimde iyice dikkat çeksin diye yakuta çevrilmiş, böylece o ikonik kırmızı ayakkabılar doğmuş.

Kitap ve filmin moda anlayışlarına daha da dalmadan önce kitabı anlatayım, değil mi? L. Frank Baum, eski masalların artık yetmediğini, güncel masallar gerektiğini düşünerek; "günümüz" çocuklarını hoşnut etmek için Muhteşem Oz Büyücüsü'nün hikâyesini yazmış, 1900 yılında. Bir yandan, iyi ki yazmış. Bir yandan da, üzerinden 120 yıl geçti ve biz hâlâ o "eski" dediği masalları anlatıyoruz. Hatta sinema sektörü o kadar bezmiş ki, dönüp dönüp aynı masalların filmlerini tekrar çekiyor. Ve fark ettiyseniz ben yine konuyu kitaptan uzaklaştırıyorum. Aklım çok dağınık.

Dorothy, uçsuz bucaksız Kansas çayırlarının ortasında, çiftçilik yapan Henry Enişte ve karısı Em Teyze ile birlikte yaşayan küçük bir kız. Tek göz bir kulübede yaşıyorlar, bir de kulübenin altında kasırga sığınağı var. Etraflarında uçsuz bucaksız, gri çayırlardan başka ne bir ev var ne de bir ağaç. Bir de Toto var, Dorothy'nin minik, siyah köpeği.

Bir gün kasırga çıkıyor, Henry Enişte hayvanları kontrol etmeye giderken Em Teyze kasırga sığınağına giriyor, Dorothy de Toto'yu yakalayıp sığınağa doğru koşarken kasırga evi havalandırıyor! Balon gibi uçan ev havada süzülmeye başlıyor, uzuuuun uzun gidiyor. Sonunda, Dorothy yorgunluktan uyuyakalmışken, ev ani bir sarsıntıyla yere iniyor ve Dorothy kendini hiç tanımadığı bir yerde buluyor. Sonra bakıyor ki evi Doğu'nun Kötü Cadısı'nın üzerine inmiş ve cadıyı öldürmüş! Doğu'nun Cadısı ölmüş, Kuzey'in İyi Cadısı bunu duyup gelmiş. Dorothy eve dönmek isteyince ise bu iyi cadı, "Ay ben yapamam ki ¯\_(ツ)_/¯" diyor. Ölü cadının ayaklarındaki gümüş pabuçları Dorothy'ye giydiriyor ve Zümrüt Şehri'ne gitmesi gerektiğini söylüyor. Büyük Büyücü Oz tarafından yönetilen bu şehre varabilirse belki Oz yardım eder diye umuyor.

Sonrası malum, Dorothy sarı tuğlalı yola düşüyor, yolda Korkuluk'la, sonra Teneke Adam'la ve sonra da Aslan'la karşılaşıyor. Onlar da, "belki Oz bize de yardım eder," diye (çünkü biri beyin, biri kalp, diğeri de cesaret istiyor) Dorothy'ye katılıyorlar ve yolda türlü türlü belalarla uğraşıp sonunda Zümrüt Şehri'ne varıyorlar. Oz da bu küçük kıza diyor ki, "Benim için Batı'nın Kötü Cadısı'nı öldürürsen seni evine gönderirim." Çünkü Dorothy tam da kiralık katil olacak bir insan, evet.

"Yoksa bilmiyor musun?" diye karşılık verdi kız, şaşkınlıkla.
"Hayır, sahiden hiçbir şey bilmiyorum. Gördüğün gibi içim saman dolu, bu yüzden beynim yok," diye cevap verdi Korkuluk üzüntüyle.
"Ah," dedi Dorothy, "senin için çok üzgünüm."
"Sence," diye sordu Korkuluk, "seninle Zümrüt Şehri'ne gelirsem şu Oz bana da beyin verir mi?"
"Bunu bilemem, "diye yanıtladı kız; "ama istersen benimle gelebilirsin. Oz sana bir beyin vermese bile şu andakinden daha kötü bir durumda olmazsın."

Sonra işte... Olaylar gelişiyor. Filmdekinden çok daha fazla mevzu var ve bence daha eğlenceli. Ama sorun şu, BİR MASALDA BÖYLE MESAJ MI VERİLİR? Büyük ve korkutucu biri, gidip başka bir büyük ve korkutucu insanı öldürmeni isterse git öldür. Çünkü büyük ve korkutucu adam diğerinin kötü biri olduğunu söylüyorsa kesin öyledir. Bak yine sinirim bozuldu... Neyse. Kitap eğlenceli, okuyun ama bence çocuklara okumayın, biraz büyüyüp yargı, infaz, hukuk falan konusunda bir şeyler öğrendikten sonra kendileri okusunlar. (Abartıyorum evet, kitabın kıssadan hisse vereyim, çocuk eğiteyim falan gibi bir derdi yok. Eğlencelik bir masal işte. Ben bir ara diğer Oz kitaplarını da okuyayım. Bir sürü var!)

Ha son olarak, yazıyı yayımlamadan önce yazmayı unutmuşum, ben de Oz Büyücüsü'nden safra kesesi istedim, fotoğraftakini verdi.

3 Eylül 2020

Uzaktan Kumandalı Kız

Uzaktan Kumandalı Kız - The Girl Who Was Plugged In
James Tiptree, Jr. (Alice Bradley Sheldon)
Çeviren: Begüm Kovulmaz
İthaki Yayınları

Mayıs 2018 (1. basım)
70 sayfa

Nasılsınız hâlâ blog okuyan insanlar? Bugün Ekşi Duyuru'dan bir arkadaş, "Senin bir kitap blogun vardı, di mi?" deyip adresi istedi. Kumsalda'yı buradan okumuş ve sevmiş, bloga tekrar bakmak istemiş. Adresi verecekken fark ettim ki Kumsalda'dan sonra hiçbir şey yazmamışım. Resmen utandım. O yüzden koştura koştura geldim, yeni yazı yazıyorum. (Selam, kablelvuku! Naber?)

Pandemi yaz aylarınız nasıl geçti? Benimki biraz gevşeyip arkadaşlarla sosyalleşerek ama tatile, düğüne falan gitmeyi de reddederek geçti. Bir sürü Star Trek izledik bir de. İstanbul'dan bizim ufacık köye virüs taşırım diye korktuğum için Eskişehir'e de gitmedim aylardır. Bütün yaz tatil yapıp oradan oraya gezdikten sonra hava soğuyunca #evdekal demeye başlayanlar olacak, onlarla çok pis bozuşacağız, onu bekliyorum. Fakat aslında okuma konusunda fena gitmedim. Bir yandan aynı anda 3 kitap üzerinde çalışıyorum, çevir, düzelt, son oku... Bir yandan uyumadan önce keyif için bir şeyler okumaya çalışıyorum. Bir yandan da alışverişe giderken, mutfakta bir şeyler yaparken Stephen Fry'ın sesiyle Harry Potter dinliyorum. Daha üçüncü kitaptayım, bir dahaki yaza kadar sürer bence bu böyle. Okuduğum ama bloga yazmayı ihmal ettiğim kitaplar var. Yazabilirsem yavaş yavaş eklerim, bakalım.

Uzaktan Kumandalı Kız, İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisinin en miniminnacık kitabı. 70 sayfa, Söğütlüçeşme'den metrobüse binseniz Beylikdüzü'ne varana kadar biter. Ama ben günlerce elimde süründürdüm, uyumadan önce okumaya çalıştım, bıraktım uyudum, ertesi gece baktım ki okuduğum yeri hatırlamıyorum 3-5 sayfa geri döndüm, uyudum, baktım ki hatırlamıyorum... Anladınız işte.

Alice Bradley Sheldon, ya da sahne ismiyle James Tiptree, Jr. ilginç bir insan. Ressammış, gazetelere sanat eleştirisi yazmış, sonra orduda istihbaratçı olmuş, CIA'e katılmış, hepsini bırakıp tekrar okula dönerek yüksek lisans ve doktora yapmış, bu arada takma ismi altında bilimkurgu öyküleri yazmaya başlamış. 1987'de, 72 yaşındayken intihar etmiş. (Ölümünün detayları çok ilginç ama buraya eklemek istemiyorum. Google it.)

Uzaktan Kumandalı Kız 1974'te en iyi novella kategorisinde Hugo ödülü almış. 1978'de dahil olduğu bir öykü derlemesi için (yazarın kendi öykülerinin derlemesi) URsula K. Le Guin önsöz yazmış. İlginç bir biçimde, Goodreads'de sadece üç edisyonu var. Bir İngilizce orijinali, bir bizimki, bir de Rusça edisyon. Sanırım başka hiçbir yerde tek başına bir kitap olarak yayımlanmamış.

Doctor Who izlediniz mi? Hani Amy hamileydi, aslında TARDIS'te değilken orada bir flesh avatarı vardı... Hani Rory bütün serinin en badass sahnesinde oynuyordu. Sonra bölüm sonunda, bebek Amy'nin kucağındayken... Hatırladınız mı? Hah... O işte. Bu küçük kitapta da buna benzer bir mevzu var. Kimsesiz, çirkin, fakir bir kıza tam da kendini öldürmeye çalışmışken yanaşıyorlar ("Kamusal alanda intihar etmek suçtur.") ve bir yerlerde gizli bir laboratuvara gideceği, yasal olarak ölü sayılacağı bir iş teklif ediyorlar. Başarısız intihar gişiriminden sonra, P. Burke bu teklifi elbette kabul ediyor.
"Onları yetiştiriyorlar," diyor Joe. Et bölümünde ne yapıldığı hiç umurunda değil. "PK'ler. Plasental kabuklar. Değiştirilmiş embriyolar, anlıyorsun ya? Kumanda implantlarını daha sonra yerleştiriyorlar. Uzaktan kumandayla onları yöneten operatör olmadan sebzeden farkları yok. Ayaklarına bak – hiç nasır göremezsin."
P. Burke çeşitli makinelere bağlanıyor ve PK'lerin sinir sistemini uzaktan yönetmeyi öğreniyor ve işverenleri ne isterse onu yapıyor. Kullandığı PK'ye Delphi adı veriliyor. (Nedenini kitapta bulacaksınız.) Delphi 15 yaşında, kusursuz güzellikte bir kız. Reklamların tamamen yasaklandığı bir dünyada, gizliden gizliye reklam yapması için tasarlanmış. Influencer gibi işte, ama alnında "sponsorlu" yazmıyor.
"Reklamcılık nedir, biliyor musun?"
Kışkırtmak amacıyla böyle konuşuyor, amacı kızı şoke etmek. Gözleri kocaman açılan Delphi'nin minik çenesi havaya kalkınca, P. Burke'ün aktarmayı başardığı karmaşık yüz ifadeleri Joe'yu mest ediyor. Bay Cantle bekliyor.
"Şey... eskiden insanlara bir şeyler satın almalarını söylerlermiş," diyor kız ve yutkunuyor. "Ama artık yasak bu."

Mevzu bu işte... Kısacık kitabı daha fazla anlatırsam hepsini yazmış olacağım. Ben Tiptree'nin üslubunu, ana karakterini küçümseyen dilini çok sevdim. Yazarın kaleminden öfke ve gerginlik akıyor sanki, çok tuhaf. Dediğim gibi, zaten minicik bir kitap. Bence okuyun.