Altay Öktem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Altay Öktem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2015

O Adam Babamdı


O Adam Babamdı
Altay Öktem
Kapak resmi: Bahadır Baruter
Esen Kitap
Şubat 2015 (1. basım)
196 sayfa

Dexter Morgan'ı, Hannibal Lecter'ı bir kenara bırakın. Haydar Bey, inanılmaz nezaketinin ardındaki sosyopatlığı ile çok ilginç ve çok bizden bir karakter.

Haydar Bey'in öldüğünü haber veren bir önsözle başlıyor roman. Birinci bölüm ise "Bikinimi çekmeceden çıkarıp çantama koydum." cümlesiyle başlıyor. Anlatıcımız, akşam eve gidip Sacide'ye dert yanacağını anlatırken, 'nasıl Sacide, o zaman kimin bikinisi?' diye dönüp tekrar okudum ben. Sonra anladım, Sacide bir kedi; temizlik düşkünü, programlı, dokuz parmak daktilo bilen, titiz ve nazik Haydar Bey'in azıcık huysuz kedisi. Bikini mi? O da Haydar Bey'in.

Haydar Bey, çocukken babasının kasap dükkanında yaşanan bir kaza sonucu sağ elinin işaret parmağını kaybetmiş. Kazaya sebep olan babası, oğluyla ilgilenmek yerine esnaf ayaklanmasına katılmak üzere fırlamış gitmiş. Haydar Bey yaşam hikayesini, akıl hastanesinde onu ziyarete giden oğluna anlatıyor; konuştuğu adamın aslında kim olduğunu bilmeden. Zaman zaman oğlunun eklediği yorumlarla birlikte, Haydar Bey'in anlatımından okuyoruz yaşadıklarını. Biraz çocukluğuna, yıllarca kaldığı ıslahevine dönüyor; biraz yetişkin hayatından bahsediyor. Islahevindeki Sıhhiyeci Şahap, çok iyi adam dediği, düşman ilan edilen eski müdüründen bahsediyor:
"Amma müşkül sualler soruyorsun be çocuk! Nereden bileyim ben. Bolşeviklik tehlikeli bir şey demek ki. Bir şahıs Bolşevik'se, vatanı müdafaa etmeye kalksa dahi vatan haini olarak kabul ediliyor; eğer Bolşevik değilse, vatanı satsa da vatanperver oluyor. Çok karışık bir mevzu bu. Benim aklım ermez."
Nazik, sessiz görüntüsünün ardında bambaşka bir adam Haydar Bey, üzerinde nasıl duracağını merak ettiği için eflatun bir bikini satın alıyor; Türk sanat müziğini çok seviyor, günün her saatine uygun bir makam olduğunu düşünüyor; önemli günlere ait Saatli Maarif Takvimi yapraklarını büyük bir titizlikle dosyalıyor. Gerçekleştirmek zorunda kaldığı eylemler için özür dilerken, durumu tüm kibarlığıyla açıklıyor:
"Kusura bakmayın lakin benim vazifeme talip olduğunuz anda, kendi kaderinizi de inşa etmiş bulundunuz kâtibe hanım. Benim bu hususta hiç kabahatim yok. Zerre kadar inisiyatifim yok. Sadece, husule gelecek kimi hadiselere vasıta oluyorum. Burada bulunmasaydınız, bana kapıyı açmasaydınız keşke. Sizinle alıp veremediğim bir şey yok. Mahmut Bey'le de yoktu esasında. Senelerce gül gibi geçinip gitmiştik. Ben ister miydim hadiselerin bu minvalde neticelenmesini."

Söz konusu Haydar Bey iken, Dönülmez Akşamın Ufkundayız'ı dinlememek olmaz. Altay Öktem, yine çok vurucu bir roman yazmış. Çok sakin, her gün karşılaştığımız onlarca insandan birini alıp bir seri katile dönüştürmüş. Çocukluk travmaları, bikinisi, gözlerine bakınca tutulup kaldığı Müberra, kopuk parmağın psikolojik sembolizmi... Kitabı okurken, bazı cümlelerden sonra ağzım açıldı, kendi kendime "NEEE?" diye bağırdım. Ama içimden, sessizce. Gecenin bir yarısı bütün apartmanı uyandırmamak lazım. Baktım ki, kitap biterken ben de bitmişim. Tüylerim ürpermiş, kıpırdamak mümkün olmadığından her yerim tutulmuş, hava aydınlanmaya başlamış ve uykusuzluktan bayılmak üzereyim. Böyle bir roman yazmış işte Öktem. Çağdaş Türk edebiyatında nadiren karşılaştığım (sanki her günüm çağdaş yazarlarımızı okuyarak geçiyormuş gibi...) bir derinliği, anlatımı, güzelliği var kitabın. Daha önce okuduğum tüm Altay Öktem romanları için dediğim gibi, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap O Adam Babamdı.

5 Ağustos 2014

Filler Çapraz Gider


Filler Çapraz Gider
Altay Öktem
Yitik Ülke Yayınları
Şubat 2014 (1. basım)
125 sayfa

* Okuma Şenliği için aynı zamanda çevirmenlik de yapan bir yazar tarafından yazılmış bir kitap.

Ne yapsam da Filler Çapraz Gider'i okuma şenliğine uydursam diye bakınıyordum ki, yazarın kitapta yer alan kısa biyografisinde şunu okudum: "2013 yılında, Tupac Shakur'un şiirlerini Sabri Kaliç ile birlikte Türkçeye çevirdi. Kitap Betonda Yeşeren Gül adıyla Marjinal Yayınları tarafından yayımlandı." Bence aynı zamanda çevirmenlik yapma gereği için yeterince iyi. (Değil mi? Pınar?)

Filler Çapraz Gider de, okuduğum diğer Altay Öktem romanları gibi tamamen kendine özgü bir roman. Yanlış hatırlamıyorsam Öktem'in yazdığı ilk romanmış ve 2001'de Stüdyoimge Yayınları etiketiyle yayımlanana kadar birkaç yıl boyunca kimselere görünmeden bir çekmecede saklanmış. Kitabı okumadan önce bir yerlerde görmüştüm, kitaptaki bütün erkeklerin adı Kerim, bütün kadınların adı Leman'mış. Fakat kitabın daha ikinci bölümünde Seteney Guaşe'yi görüp "Aa aaaa! Benim adım! Benim adım!" diye anlamsız bir sevince boğuldum. Bu kısa mitolojik detay dışında ise, adı anılan bütün kadınlar Leman, bütün erkekler Kerim'miş gerçekten. Bir süre bütün Kerimleri "Bu hangisiydi?" diye birkaç sayfa/bölüm geriye giderek takip etmeye çalışsam da, sonunda vazgeçtim. Hem, hangimiz zaman zaman Kerim değiliz ki?

Kitabın baş Kerim'i olan Kerim'in odasına girip kapıyı kapatmasıyla başlıyor roman. Kerim'i daha ilk paragraftan sevdim ben, çünkü bana benzeyen bir alışkanlığı var:
"... Ama kapı açık olduğu zaman bir türlü düşüncelerini toparlayamıyor, sanki kafasındaki her şey kapıdan çıkıp gidecekmiş gibi huzursuz oluyordu. Yalnız kaldığında kapının kapanması bir zorunluluktu onun için. Ya da alışkanlık."
Kerimler ve Lemanlar, her biri kendi dünyalarında sıkışmışlar ve bu kitapta yolları kesişiyor, hikayeleri şöyle bir birleşip ayrılıyor. Altay Öktem, romanın içine öyküler, mektuplar, tiyatro diyalogları sığdırıyor, aniden (beni temel fotoğraf dersi anılarına döndürerek) renkli fotoğraf filminin detaylı teknik açıklamasına girişiyor, stabilizm diye (çok mantıklı bulduğum) bir öğretiyi anlatıyor. Ve daha pek çok şeyi anlatıyor ama, hangi birini sıralayıp aktaracağımı bilmiyorum. Sonuç olarak, Filler Çapraz gider karanlık ve çok güzel bir kitap, iyi ki yeniden basılmış da alıp okuyabiliyoruz.

5 Ocak 2014

Aslında Saçları Siyahtı


Aslında Saçları Siyahtı

Altay Öktem
İthaki Yayınları
2002 (1. basım)
126 sayfa

Daha önce okuduğum Altay Öktem kitaplarının her ikisi de (Tanrı Acıkınca ve Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak) birer romandı ve çok severek okumuştum. Aslında Saçları Siyahtı ise 126 sayfalık bir öykü kitabı.

Kitaptaki öyküler iki başlık altında toplanmış. İlk bölüm olan İskenderiyeli Falcı'da yirmi bir öykü var. Bu öyküler epey kısa ve her biri, bir kenarından ölüme bağlanıyor. Öktem'i ve yazılarını ne kadar sevsem de, bu bölümü okumak çok keyifli olmadı benim için. Bugünlerde (tamamı dünyevi nedenlerle) epey stresli bir süreçten geçerken yazarın soyutlamalarına çok yabancı kaldım, "Ee, anlamadım ki ben?" dedim zaman zaman. Bu öyküleri okumak için uygun bir zaman değildi sanırım. Yine de, alıntılayacağım birkaç cümleyi pek sevdim:
"Birileri bizden önce davranmıştı demek.
Hepimiz hayata geç kalmıştık."
"Başka bir aksilik olmaması için dua etme ihtiyacı hissettim. Ama duamı kabul etmesi için başvurabileceğim bir makam olmadığını hatırlamam uzun sürmedi."
Kitabın ikinci bölümü olan Camilla Köprüsü'nü ise çok daha fazla keyif alarak okudum. Bu bölümde yer alan dokuz öykü, ilk bölümdekilere göre daha uzunlar ve tıp doktoru olan Öktem, medikal bilgilerinden bol bol yararlanırken bilim kurguya selam vermiş, distopya öyküleri yazmış.
""Peki ama nedir bu hastalık? Neden hiçbirimizin böyle bir hastalıktan haberi yok?" diye sordu kardiyolog.
"Haberiniz olamazdı. Çünkü dünyada böyle bir hastalığa neden olacak virüs yok. Ben iki yıl önce bu virüsü bir göktaşından izole ettim. Yani şu anda pilotun vücudunda bulunan virüs uzaydan geldi."
"

4 Mart 2013

Tanrı Acıkınca


Tanrı Acıkınca
Altay Öktem
Marjinal Kitap
Ocak 2013 (2. basım)
134 sayfa

 Sırtında oksijen taşıyan
cefakar kan-adamlar
Benim çocukluğumda (yani 80'lerin sonu, 90'ların başında) TRT'nin yayımladığı bir çizgi film vardı, adını bir türlü hatırlayamasam da, vücudun içinde geçen bu filmle ilgili en net hatırladığım şey, sırtlarındaki keselerde oksijen kürecikleri taşıyan sevimli kan-adamların damarlar içinde hoplaya zıplaya yürümeleri. Çok ilginç ve güzel geliyordu o zamanlar bu çizgi seri, sanırım yine aynı keyifle izlerim bulursam. Yüce Google sağ olsun, çizgi filmin adı Il était une fois... la vie imiş ve Türkiye'de Vücudumuzu Tanıyalım adıyla yayımlanmış. Elbette nedensiz yere aklıma gelmedi bu çizgi film. Altay Öktem'in Tanrı Acıkınca'sını okurken kaçınılmaz biçimde aklımda canlandı. Bedenimin içinde apayrı bir dünya olduğunu, birbiriyle konuşan minik yaratıkların gerçekliğini hayal ettiğim çocukluğum geldi aklıma. Bir de, peluş köpeğimin içinde bir balo salonu olduğunu düşünüyordum ama, konumuzla alakalı değil bu durum.

Bir otopsi raporu, masasındaki rapora bakan Necmi ve gazeteci Ayşegül'le başlıyor Tanrı Acıkınca; sonra Serap'ı tanıyoruz, otopsi raporundan daha fazlasını öğreniyoruz yavaş yavaş. Mikroorganizmalar üzerine çalışan Necmi, sonuç elde edene kadar gizli tuttuğu bir araştırma yapıyor, bu sırada Serap'la tanışıyor ve sevgilisi Ayşegül'ü terk ediyor; Serap ise "şiddet morfolojisi" konusunu araştırıyor, toplumdan bireye, bireyden mikroorganizmaya inmeye çalışıyor. Bu arada elbette, üçünün hayatı kesişiyor.

Bu üç karakterin hikayesine paralel olarak, Giardia'nın, Shigella'nın, Necator'un İleum'da başlayıp Rie'de, Hepaticus'ta devam eden maceralarını okuyoruz. (Buralarda, bir tıp sözlüğünün, hiç olmazsa Ekşi Sözlük'ün desteği fena olmayabilir.) Bir mikrokosmosta inanç, sosyoloji, macera... bizim dünyamızda olan her şeyi buluyoruz. Yazarın kurgusuna özellikle bu bölümlerde hayran kaldım, iki bakterinin çiftleşmesi ancak bu kadar şiirsel ve erotik olabilir sanırım.

Mikrokosmostan makrokosmosa uzanan bir düşünce akışının içinde kalıyoruz kitabı okurken, Tanrı sonunda doyuyor.

1 Mart 2013

Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak


Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak
Altay Öktem
Everest Yayınları
Mart 2010 (3. basım) 
224 sayfa

Adıyla korkutan bu romanı, çok sevdiğim bir arkadaşımdan ödünç alıp okumuştum, sanırım 2008 ya da 2009'da. Okuduktan (ve kitabı sahibine iade ettikten) sonra aramış; baskısı tükendiğinden olsa gerek, bulamamıştım. 2005 ve 2006'da yapılan ilk iki basımdan sonra 2010'da üçüncü basımı yapılmış kitabın, hiç aklımda yokken İdefix'ten gelen günlük reklam e-maillerinden birinde gördüm; tuhaf ama, sevgililer günü temalı e-mailde! Elbette hemen alışveriş listeme attım, yanına yine Altay Öktem'in kitaplarından "Tanrı Acıkınca"yı da ekledim ve siparişi verdim. Şu anda Tanrı Acıkınca'yı okuyorum, ama önceliğim -tekrar okumak istediklerim listemin tepelerinde bulunan- Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak oldu.

Kitap rastlantılar etrafında dönüyor, sevgilisinin öldüğü trafik kazasının ardından kendini eve kapatan yazar/editör Yeşim Miraç'la başlıyor anlatı; ardından biraz geçmişe gidip sevgilisi Ziya'nın ölümünü, Yeşim'in girişimiyle ortaya çıkan öykü derlemesinin doğuşunu okuyoruz. Yeşim Miraç, çalıştığı yayınevinin editörüne bir fikir sunuyor: Yazarlardan, kendi ölümlerini kurgulayacakları birer öykü isteyelim, bu öyküleri "Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak" adı ile yayımlayalım. Editör, Yeşim Miraç'ın da bir öykü yazması koşulu ile kabul ediyor bu seçkiyi yayınlamayı. Sonrasında hem farklı yazarların elinden çıkan öyküleri, hem de öykülerle hayatın kesişmesini okuyoruz.

Altay Öktem, farklı yazarların adı ile sunduğu her öyküsünü farklı tarzlarda yazmış; bu öyküleri gerçek hayat kurgusu ile öyle güzel birleştirmiş ki, okurken sürekli bir gerilim sunuyor okuruna. Necronomicon'dan bahsediyor, sadece ölümün değil, hayatın karanlığını da anlatıyor.
"Ve ölüler değildir her daim karışan karanlığa."
Sonunda, bu kitaptan kimse sağ çıkmıyor.

Bir zamanlar Penguen'deki yazılarından takip ettiğim Altay Öktem'in şimdilik bir kitabını okudum, ikincisini okuyorum. Böyle devam ederse/m kitaplığımda bir Altay Öktem bölümü yapmam gerekecek.