O Adam Babamdı
Altay Öktem
Kapak resmi: Bahadır Baruter
Esen Kitap
Şubat 2015 (1. basım)
196 sayfa
Dexter Morgan'ı, Hannibal Lecter'ı bir kenara bırakın. Haydar Bey, inanılmaz nezaketinin ardındaki sosyopatlığı ile çok ilginç ve çok bizden bir karakter.
Haydar Bey'in öldüğünü haber veren bir önsözle başlıyor roman. Birinci bölüm ise "Bikinimi çekmeceden çıkarıp çantama koydum." cümlesiyle başlıyor. Anlatıcımız, akşam eve gidip Sacide'ye dert yanacağını anlatırken, 'nasıl Sacide, o zaman kimin bikinisi?' diye dönüp tekrar okudum ben. Sonra anladım, Sacide bir kedi; temizlik düşkünü, programlı, dokuz parmak daktilo bilen, titiz ve nazik Haydar Bey'in azıcık huysuz kedisi. Bikini mi? O da Haydar Bey'in.
Haydar Bey, çocukken babasının kasap dükkanında yaşanan bir kaza sonucu sağ elinin işaret parmağını kaybetmiş. Kazaya sebep olan babası, oğluyla ilgilenmek yerine esnaf ayaklanmasına katılmak üzere fırlamış gitmiş. Haydar Bey yaşam hikayesini, akıl hastanesinde onu ziyarete giden oğluna anlatıyor; konuştuğu adamın aslında kim olduğunu bilmeden. Zaman zaman oğlunun eklediği yorumlarla birlikte, Haydar Bey'in anlatımından okuyoruz yaşadıklarını. Biraz çocukluğuna, yıllarca kaldığı ıslahevine dönüyor; biraz yetişkin hayatından bahsediyor. Islahevindeki Sıhhiyeci Şahap, çok iyi adam dediği, düşman ilan edilen eski müdüründen bahsediyor:
"Amma müşkül sualler soruyorsun be çocuk! Nereden bileyim ben. Bolşeviklik tehlikeli bir şey demek ki. Bir şahıs Bolşevik'se, vatanı müdafaa etmeye kalksa dahi vatan haini olarak kabul ediliyor; eğer Bolşevik değilse, vatanı satsa da vatanperver oluyor. Çok karışık bir mevzu bu. Benim aklım ermez."
Nazik, sessiz görüntüsünün ardında bambaşka bir adam Haydar Bey, üzerinde nasıl duracağını merak ettiği için eflatun bir bikini satın alıyor; Türk sanat müziğini çok seviyor, günün her saatine uygun bir makam olduğunu düşünüyor; önemli günlere ait Saatli Maarif Takvimi yapraklarını büyük bir titizlikle dosyalıyor. Gerçekleştirmek zorunda kaldığı eylemler için özür dilerken, durumu tüm kibarlığıyla açıklıyor:
"Kusura bakmayın lakin benim vazifeme talip olduğunuz anda, kendi kaderinizi de inşa etmiş bulundunuz kâtibe hanım. Benim bu hususta hiç kabahatim yok. Zerre kadar inisiyatifim yok. Sadece, husule gelecek kimi hadiselere vasıta oluyorum. Burada bulunmasaydınız, bana kapıyı açmasaydınız keşke. Sizinle alıp veremediğim bir şey yok. Mahmut Bey'le de yoktu esasında. Senelerce gül gibi geçinip gitmiştik. Ben ister miydim hadiselerin bu minvalde neticelenmesini."
Söz konusu Haydar Bey iken, Dönülmez Akşamın Ufkundayız'ı dinlememek olmaz. Altay Öktem, yine çok vurucu bir roman yazmış. Çok sakin, her gün karşılaştığımız onlarca insandan birini alıp bir seri katile dönüştürmüş. Çocukluk travmaları, bikinisi, gözlerine bakınca tutulup kaldığı Müberra, kopuk parmağın psikolojik sembolizmi... Kitabı okurken, bazı cümlelerden sonra ağzım açıldı, kendi kendime "NEEE?" diye bağırdım. Ama içimden, sessizce. Gecenin bir yarısı bütün apartmanı uyandırmamak lazım. Baktım ki, kitap biterken ben de bitmişim. Tüylerim ürpermiş, kıpırdamak mümkün olmadığından her yerim tutulmuş, hava aydınlanmaya başlamış ve uykusuzluktan bayılmak üzereyim. Böyle bir roman yazmış işte Öktem. Çağdaş Türk edebiyatında nadiren karşılaştığım (sanki her günüm çağdaş yazarlarımızı okuyarak geçiyormuş gibi...) bir derinliği, anlatımı, güzelliği var kitabın. Daha önce okuduğum tüm Altay Öktem romanları için dediğim gibi, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap O Adam Babamdı.