Anne Kafamda Bit Var
Tarık Akan
Can Yayınları
Nisan 2002 (11. Basım)
198 sayfa
Bu sabah uyandım, etrafa boş boş bakınıp kendime gelmeye
çalışırken Instagram’ı açtım, manzaralar, içecekler, selfieler, bir arkadaşım
Tarık Akan’ın fotoğrafını paylaşmış, ne demek “özleyeceğiz” ?! Yok canım, olmaz öyle şey. Televizyonu açtım, haber bulamıyorum. Instagram’da aşağı doğru inmeye
devam ettim, bir Tarık Akan fotoğrafı daha, sonra bir de siyah beyazı, bir
fotoğraf daha… Derken mutfaktakilerin yanından içeri kaçtım çünkü “Setenay
manyak mısın, niye durup dururken ağlamaya başladın?” sorusuna verecek mantıklı
bir cevabım yok. Tarık Akan ölmüş ve ben ağlamamı durduramıyorum. Kitaplığa
bakmaya başladım, Anne Kafamda Bit Var’ı çıkarıp masamın üstüne koydum. Bir
süre sonra Facebook’a girdim, hop, yine ağlamaya başladım çünkü arkadaşlarım
(ve çoğunu tanımadığım halde arkadaşım saydığım MHG üyeleri) belli ki ağlamaklı,
minicik güzellikler yazmışlar Tarık Akan için; onları gördükçe ben de baştan
başlıyorum ağlamaya. Hâl böyleyken, çocukluğumun en güzel aktörü hakkında bir
şeyler yazmam gerekiyormuş gibi geldi. (Bütün diğer yakışıklı Yeşilçam jönleri
bir yana, Tarık Akan bir yana. Bütün güzel gülen insanların iyi insanlar
olduğunu zannetmem de hep Tarık Akan yüzünden.) Anne Kafamda Bit Var, ilk kez
Mart 2002’de yayımlanmış ve iki ayda on bir baskı yapmış, şimdi baktım da
satışta 2016 baskısı var, kapağı da değişmiş. Kitabın girişinde yarım sayfalık
bir Tarık Akan biyografisi var, bayıldım. İlk birkaç cümlesini paylaşayım
sizinle:
Tarık Akan 1949’da İstanbul’da doğdu. Bir ay sonra babasının tayini çıktı. Anadolu’da büyüdü. Denizi ilk kez 16 yaşında gördü, bu kadar çok su nasıl oluyor diye düşündü. Sabahtan akşama kadar denize baktı.
İtiraf etmem lazım, bu kitabı gördüğümde sırf Tarık Akan
yazmış diye almıştım, on dört yıl önce siyaset ya da yakın tarih okumayı
sevmiyordum, hâlâ pek sevdiğim söylenemez. O yüzden kitaptan bahsederken on
dört yıl öncesinden kalan çok silik izlenimleri kullanıyorum, kitabı kurcalayıp
arka kapaktan destek alıyorum. Pek bir şey anlatamayacağım sanırım.
1980 askerî darbesinin ardından Almanya’da yaptığı bir
konuşma yüzünden tutuklanıyor Tarık Akan. Kitap da, bu Almanya yolculuğunun
dönüşünde, uçakta başlıyor. Uçakta Müjdat Gezen, Halit Kıvanç, Perran Kutman
var, havaalanına iniyorlar, orada Tarık Akan’ı sivil polisler karşılıyor.
Emniyet Müdürlüğüne giriş, üst araması, evinin aranması (ve abisinin denize
attığı yasaklı kitaplar,) hücreler, hapishane arkadaşları…
Sabah saat yedi ya da sekiz olmalıydı, uykumun arasında bir kızın bağırarak türkü söylediğini duydum. Birden uyandım. Ses dışarıdan geliyordu. Hüseyin de uyanmıştı. Delikten dışarı baktım. Deli bir kız, üstü başı perişan, camlı kapının arkasında içeriye doğru türkü söylüyordu. Kemik Kıran’ın yerine Polis A. gelmişti. Kıza bağırıyor,
“Git kız buradan, şimdi seni yakalarım, döverim,” diyordu; ama kızın umurunda değildi; tel örgünün dışından içeri bağırarak türkü söylüyordu.
Böyle şeyler işte. Şu anda kitabın rastgele sayfalarını
okurken hatırladım, Tarık Akan’ın kullandığı dil ve anlatımı çok doğal, akıcı.
Yazdıklarıyla etkiliyor. Bu kitabı önermek için daha güzel bir gün seçmek
isterdim ama hiç olmazsa Tarık Akan’ı ben de kendimce uğurlayayım, yıllar önce
okuduğum kitabını anlatayım istedim.
İyi geceler,
YanıtlaSilIşıklar içinde uyusun sevgili Tarık Akan namı diyar Damat Ferit....
Filmlerinde ki yakışıklılığı kadar doğal oyunculuğu ve hep aşık genç oluşu etkilerdi beni küçükken...
Sonra 2004 yılında tamamen rastlantı sonucu kitabını görmüş ve almıştım. Hemen okumuş ve yaşadıklarına iananmamaıştım. Sanırım filmlerinden dolayı.. yada hayatına dair tv de detaylara rastlamadığımdan şaşırarak okumuştum kitabı...
Oysa ki neler neler yaşamış koca yürekli Cumhuriyet Çocuğu....
Soluksuz okunan nadide eserlerden...
YanıtlaSil