Antilop ve Flurya - Oryx and Crake
Margaret Atwood
Çeviren: Dost Körpe
Oğlak Yayıncılık
2005 (1. basım)
396 sayfa
Sevgili Oğlak Yayınları, kitabın künyesine dizgide kullandığınız yazı tipini ve puntoyu ekleyecek kadar detaycı davranmışken neden acaba baskı tarihinde yalnızca yıl var? Kitabın künyesine bakarken bu sorunun cevabını gerçekten çok merak ettim. Daha önce hiçbir kitabın künyesinde yazı tipi bilgisine rastladığımı hatırlamıyorum -Tam Benim Tipim dışında- ve bu detaya bayıldım. Baskı tarihini de tam olarak bilmeyelim artık, takıntılı bir deli gibi adamlara mail atıp soracak değilim ya. (Aylar sonra dayanamayıp soracak...)
Kitabın çevirisini Dost Körpe yapmış ve çeviriye hiçbir eleştirim yok. Dost Körpe'nin bilim kurgu çevirilerini tereddütsüz okurum hep; bu kitapta da beklediğim kadar başarılı. Kitabın son okumasına/editörlüğüne de neredeyse hiç eleştirim yok, özellikle sonlarda biriken birkaç yazım hatasından başka sorun görmedim. Yalnız, sayfa 310'da "...ayak değirmenlerinde yapılan koşular..." diye bir şey var. Ayak değirmeni? Treadmill olsa gerek. Koşu bandı'nın nesi var? Kapak resmi Bosch'un The Garden of Earthly Delights'ından bir detay, cennet bahçelerinden bir su kenarı. Kitap için epey uygun.
Çeviriyi, kapağı, künyeyi eleştirdikten sonra romanın kendisine gelelim artık, değil mi? Margaret Atwood yine gerçekleşmesi çok mümkün gözüken bir distopya yazmış. Damızlık Kızın Öyküsü kadar korkutucu değil gerçi, bu romanda daha fazla bilim kurgu öğesi var ve yeterli yabancılaşmayı sağlıyor. Genetik mühendisliğinin çok ilerlediği bir gelecekte geçiyor roman. Esas karakterin geçmişini anlatan bölümlerde geçmiş zaman, geleceği (bugününü) anlatan bölümlerde ise şimdiki zaman kullanılmış. Bölümler iki ayrı zaman dilimi arasında sürekli gidip geldiği için, anlatımdaki bu hareketlilik çok hoşuma gitti.
Efendim, nedir Antilop, kimdir Flurya? Hepsini anlatacağım ama bu ikisini tanımadan önce, roman Kar Adamı ile başlıyor ve Kar Adamı'nın dünyası daha ilk sayfada beni ürkütüyor:
"Kar Adamı alışkanlıktan saatine bakıyor. Paslanmaz çelikten yapılma, parlak alüminyum kayışlı bir saat. Artık çalışmasa da hâlâ gıcır gıcır. Artık saatini yalnızca tılsım olarak kullanıyor, sahip olduğu tek tılsım. Saati ona boş bir yüz gösteriyor o kadar: Sıfır saati. Saati bilememek dehşete kapılmasına yol açıyor. Hiç kimse, hiçbir yerde saati bilmiyor."
Kar Adamı'nın nasıl bir ortamda yaşadığını yavaş yavaş öğreniyoruz. Kurtekler var, domuzonlar var, daha önemlisi Flurya'nın Çocukları var fakat bu çocuklar sıradan insanlardan farklı gibiler. Farklarını, roman ilerledikçe daha iyi anlıyoruz.
Geçmişe döndüğümüzde ise, Kar Adamı'nın çocukluğunu okuyoruz. Kar Adamı'nın ismi o zamanlar Jimmy'ymiş. Babasının prestijli işi sayesinde yüksek güvenlikli bir sitede yaşıyorlar, site içinde okula gidiyor, site içinde alışveriş yapıyor, siteden neredeyse hiç çıkmıyorlar. Jimmy'nin babası bir genetik mühendisi olabilir -kitapta böyle tanımlanıyor muydu hatırlamıyorum, ama bence adamın işinin adı bu.- Görüyoruz ki yaşadıkları dünyada genetik çalışmaları çok ilerlemiş. Oradan azıcık DNA alalım da buraya koyalım, dur şu protein dizilimini değiştirelim, bu hayvanın şurasından iki kanat daha çıkaralım diye eğleniyorlar. Adeta modern Doktor Moreau'lar toplanmış, borsaya açılmışlar. Çabucak büyüyen bol etli domuzlar (domuzonlar), ikiden fazla but üreten kafasız tavuklar; evcil hayvan niyetine, kokusuz, sakin rakunklar. Endüstriyel hayvancılıkla ilgili bütün eleştirilerin toplamından daha büyük bir şey. GDO tartışmalarının birkaç on yıl sonrası.
"Rakunkları, OrganLtd'nin biyoloji laboratuvarlarında çalışan bir dâhi, boş zamanlarında hobi olarak icat etmişti. O zamanlar yeni hayvanları yaratmayı hobi edinmiş bir sürü kişi vardı. Bunun çok zevkli olduğunu, insana kendini Tanrı gibi hissettirdiğini söylerlerdi. Deneylerden bazıları çok tehlikeli oldukları için yok edilirdi. Banyonuzda dişlerinizi fırçalarken pencereden girip sizi kör edebilecek, bukalemun kuyruklu bir kara kurbağasına kimin ihtiyacı vardı ki?"
Kitaptaki iki temel zaman çizgisi işte bunlar. Genetik laboratuvarlarının hemen yanında büyüyen Jimmy'nin çocukluğu ve Kar Adamı'nın saatsiz, tuhaf dünyası. Roman ilerledikçe bu iki zaman çizgisi birbirine yaklaşıyor, Jimmy'nin dünyasının nasıl değiştiğini görüyoruz. İşte bu sırada Flurya'yla, gerçek adı Glenn olan çocukla tanışıyoruz. Flurya, Jimmy'nin yaşadığı siteye taşınıyor ve iki çocuk birbirine hiç benzemese de çok iyi anlaşıyorlar. Flurya çok zeki, yetişkinler gibi davranıyor, net fikirleri var. Büyüyünce de en prestijli üniversitelerden birine gidip kariyer basamaklarını hızla tırmanıyor. (Cümle içinde "kariyer basamağı" dediğim için şu anda kendimle çok gurur duyuyorum. Aferin bana.)
Kitapta bol uyuşturucu, porno siteler, hatta çocuk pornosu da yer bulmuş kendine. Çok hazzetmediğim "yeraltı edebiyatı" dışında kalan herhangi bir anlatıda bu konuların eğreti durması çok kolayken, Atwood'un kurduğu dünyada hepsi yerini bulmuş, rahatsız etmiyor. Antilop da bu sitelerin birinde karşımıza çıkıyor. Ailesinden satın alınmış bir kız çocuğu, sokakta gül satıyor, sonra daha fena işlere yönlendiriliyor. Yıllar sonra Flurya kızı buluyor, dürüst bir çalışan olarak yanına alıyor. Evet, burada bir Yeşilçam filmi adayımız var. O kadar da olur artık.
Flurya, en prestijli üniversitelerden birine kabul ediliyor. Çok başarılı bir öğrencilik döneminden sonra iyi bir iş buluyor, genetik çalışmalarını çok ilerletiyor. Sorun da burada başlıyor zaten, Flurya genetik çalışmalarında daha önce kimsenin gitmediği kadar ileri gidiyor. Buraları fazla detaylandırmak istemiyorum, çok heyecanlı olaylar!
Genetik biliminin yemeklerimize karıştığı ve çokça tartışmalara neden olduğu günümüzde, mutlaka okunması gereken bir kitap yazmış Atwood. Gereksiz organlarından arındırılmış, sadece but ya da sadece ciğer üreten tavuklar var örneğin. Bu konuda derin tartışmalara girmek çok kolay ama bir sonuca varmak zor. Bir yanda hayvan hakları var, bir yanda beslenmesi çok zor olan bir nüfus fazlalığı. Özellikle bizimki gibi ülkelerde vejetaryen ya da vegan beslenmek (bu sırada sağlıklı ve dengeli gıda alabilmek) bence bir lüks, pahalı bir seçim. Böcekler var, bir yandan geleceğin protein kaynağı deniyor, bir yandan Snowpiercer'da kabul edilemez bir gıda olarak gösteriliyor. En azından Soylent Green değil! Ama böcek yeme fikrine alışmam da çok zor. E o zaman ben ne yapayım? Eskişehir'de bulabilirsem kendimi tofuya mı boğayım, serbest dolaşan tavuk nereden bulup alayım? Endüstriyel üretimi de kabullenemiyorum. Kafam çok karışık. Bu arada, Snowpiercer ne berbat filmdi. Aklıma gelmişken söylemeden geçemedim.
Konuyu nerelere dağıttım yine. Fakat kitaptaki konuları düşündükçe böyle genişliyor, dağılıyor aklıma gelenler, bu da Margaret Atwood'un başarısı. Kısaca, Antilop ve Flurya çok iyi kitap. Okuyunuz, okutunuz.
Zamanında oda arkadaşım okumuştu, nasıl kitap diye sorduğumda "çok güzel!" dışında bir yanıt alamamıştım. Damızlık Kızın Öyküsü güzeldi, sevmiştim tabii ama mesela bir 1984 kadar, Biz kadar içine çekmemişti beni, daha uzak kalmıştım. Daha ağır bir tempoyla daha sakin okumuştum. Bu yüzden sanırım uzak durdum Atwood'un kitaplarından biraz. Ama Settie, sen kitapları öyle anlatıyorsun ki, ilgimi çekmeyen kitap olmuyor şu blogda görüp de. Bence bu senin başarın.
YanıtlaSilSnowpiercer hakkında iyi yorumlar görmüştüm ama izlemeye bir türlü fırsatım olmadı. Sen sevmedin mi filmi, da daa! Kafamda koca bir soru işareti var şu an. Seni film yazıları da yazman konusunda sıkıştırmak istiyorum biraz da galiba, ne dersin bu işe?
Cessiecim yorumunu gündüz okudum, o sırada cevap yazacak vaktim yoktu ama mutlu oldum, bir süre sırıttım söylediklerine ^_^
SilBeni film yazıları konusunda sıkıştırmanın bir faydası olmaz çünkü film izleyemiyorum, daralıyorum. Çoğunlukla en yakın arkadaşımın dürtmesi ile film izliyorum. O da şöyle oluyor: "şu filmi izle!" bir hafta sonra: "izledin mi?" birkaç hafta sonra: "hâlâ izlemedin mi?" bir süre sonra: "otur şuraya, aç beraber izleyeceğiz." Snowpiercer'ı da zorla izletti. Aslında berbat değildi film galiba, fakat filmdeki sembolizm çok "aptala anlatır gibi" geldi ve sevemedim. Bana ait olmayan ama "vallahi doğru söylüyor" dediğim yorumu paylaşayım seninle. Burada: https://eksisozluk.com/entry/41805126 (spoilerlı kısmı atlayıp başını ve sonunu oku istersen.)
Film izleme konusunda ben de böyleyim, bir şeyler izleme konusunda. Son zamanlarda maalesef okuma konusunda da. Bir şeylere "başlama" konusunda diye genellemek daha akıllıca olacak sanırım.
SilTarumar edeceğim ilk fırsatta buraları, bütün yazılarını okumaya karar verdim <3
Vay canına... Hiç duymamıştım bu kitabı, iyi mi? Hem de Margaret Atwood. Hem de Dost Körpe... Hem de acayip bir distopya. Şaşkınım. Keşke o teklifi daha önce yapsaymışım sana, o derece kıskandım :P Bu kitabı mutlaka okumalıyım dedim bir de her satırda. Sayende listem bir satır daha kabardı.
YanıtlaSilBasım yılı Ocak 2005'miş bir de. Bu da çorbada tuzum olsun. Eline sağlık...
İyi mi? Değil tabii, iyi olur mu! Bu kitabı da epey beklettikten sonra okudum, instagramdan Müge (@mugene) "bunu çok bekletme" dedi, söz dinledim. :)
SilBence de mutlaka oku. Basım tarihi detayı için de teşekkürler! Cidden rahatladım, açıldım bir anda ahahah. (Galiba bundan sonra bir yazıp iki yayımlayacağım. Ooh...)
Hiç Atwood okumadım desem,sanırım çok şey kaçırıyorum.
YanıtlaSilBence kesinlikle çok şey kaçırıyorsunuz ama olsun, bundan sonra okursunuz. :)
SilHehehe adim gecti :))
YanıtlaSilMadem begendin o zaman Tufan Zamani'ni da okuman gerek. Bunun devami oluyor kendisi. Nerede oturuyorsun bilmiyorum ama kitap almama hedefin oldugu icin okumak istersen bana soyle sana odunc vereyim.
Tufan Zamanı'nı okunacaklar listeme ekledim, bir de serinin üçüncü kitabı varmış ama Türkçe çevirisi yok henüz. :(
SilEskişehir'deyim ben, hem ödünç kitap alıp sahibine iade edince "bulunsun" diye gidip satın alıyorum. Bayram, seyran, doğum günü gibi bir bahaneyle alır ya da aldırırım ama teklif için çook teşekkürler. (Bir ihtimal Eskişehir'desindir, ödünç almaya itirazım olmaz)