29 Kasım 2019

Buraya kişisel şeyler yazmıyorum genellikle. Yıllar içinde birkaç tane yazdıysam da sonra sildim/kaldırdım onları. Şimdi çok kişisel bir yazı yazacağım çünkü bunu yapmazsam bloga geri dönemeyecekmişim gibi geliyor.

Annem öldü.

Bunu daha açık, daha kısa, daha net ifade edemem. İki hafta oluyor ve ben bu iki haftayı tek bir satır kitap okumadan, işim için bir dosya bile açmadan geçirdim. Bir hafta Eskişehir'de ailemle kaldım, babamın ısrarı ve "günlük rutinimize dönmemiz gerekiyor; ben köye gideceğim, sen de İstanbul'a," demesi üzerine İstanbul'a döndüm. Evden çıkmak istemiyorum ama ara sıra çıkıyorum. Yemek yapmak istemiyorum, yemek yemeyi erteliyorum ama acıkıyorum. Bütün gün yatıp daha önce on kere izlediğim dizileri tekrar izliyorum. Annemi aramak isteyince teyzemi ya da ablamı (teyzemin kızını) arıyorum. Bu yazıyı yazıyorum çünkü kitap okumaya, kitaplardan bahsetmeye, burada yarım bıraktığım yazılarımı bitirmeye dönmem gerekiyor. O yüzden, şu tuhaf 2019'dan bahsedip içimi dökeceğim.

Mayıs başında anneannemi yoğun bakıma yatırdık, bilinci kapandı. Ağustosun ilk günlerinde anneannemi kaybettik. İki hafta sonra da Can'ın babaannesini. O aradaki iki hafta içinde, geniş ailemizden iki yaşlı hanımı daha kaybettik. Sonra eylül geldi, Can'la ben evlendik. Biz evlendikten iki ay sonra da, ortada hiçbir şey yokken, bir anda annemin kalbi durdu. Canı acımadan, çırpınmadan, yıpranmadan, uykusunda öylece gitti. Ama çok erken gitti.

İki yıldır her Eskişehir ziyaretimden sonra İstanbul'a dönerken, o ziyaretin anneannemi son görüşüm olabileceğini biliyordum. Ama benim nikâhımdan iki hafta sonra babam ve halamla İstanbul'a gelip birkaç saat durup gittiğinde annemi son kez gördüğümü hiç düşünmemiştim. 10 Kasım'da telefonla konuştuktan sonra, biraz hastayım ve telefonda bunu fark ettiğinde endişelenir diye bütün hafta içi annemi aramadığımda annemle son kez konuştuğumu bilmiyordum. 15 Kasım'da, "Kaç gündür konuşmadık, şimdi de geç oldu, yarın arayayım," diye düşündüm. Ertesi gün ben annemi arayamadan yeğenim beni aradı. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi, Eskişehir'e kadar olan yolu nasıl atlattığımı anlatabilmem mümkün değil. Her şey bir sis tabakasının ardında, her şey yavaşlatılmış ve bir tür rüya gibi, gerçek dışı. Yavaş yavaş o sis kalkıyor ve her şey normalleşecek, biliyorum.

Bu da benim normalleşme adımlarımdan biriydi. Yarım kalan yazılarımı yavaş yavaş tamamlayıp geri geleceğim.

8 yorum:

  1. Başınız sağolsun. Mekanları cennet olsun.

    YanıtlaSil
  2. Evliliğinizi tebrik etmek varken bu haber karşısında taziyede bulunmak son derece üzücü oldu benim için.Dayanması güç bir acı. Allah sabır versin.Nasıl teselli edilebilirim bilemiyorum..aslında kabul edelim tesellisi de yoktur ölüm acısının.Ben daha ileri yaşlarda yaşadım bu acıları ama daha dün olmuş gibi içimde her gün hissediyorum.Yaşam denen olgunun tatsız sürprizleri bunlar.Babanızın dediği gibi “günlük rutin” devam edecek ama siz bu zamansız kaybı daima içinizde hissedeceksiniz.Çünkü bu acılar maalesef hayatın kendisi, bize anlatılmayan,saklanan bizim başımıza asla gelmez zannettiğimiz karanlık tarafı.
    Metin olun, sevdiklerinize sahip çıkın, onunla geçirdiğiniz güzellikleri düşünün, bolca ağlayın ama mutlaka kendinizi oyalayın.Göreceksiniz bir zaman sonra “o daha dün buradaydı..” ile “Acaba hakikaten yaşamış mıydı..” gibi iki garip duygu arasında bocalayacaksınız.Onu hiç unutmayacaksınız elbette ama istemeden de olsa hayatın diğer güçlüklerine karşı olgunlaşacaksınız.
    Başınız sağ olsun, Nur içinde yatsın anneniz.
    ankaralıkitapkurdu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten bizim başımıza gelmez zannediyoruz. İlk günlerde ben de sürekli bunu söyledim. "Hep başkalarına olurdu böyle şeyler." Çok teşekür ederim, çok incesiniz.

      Sil