Amerikan Tanrıları, Onuncu Yıl Edisyonu - American Gods The Tenth Anniversary Edition
Neil Gaiman
Çeviren: Niran Elçi
Çeviren: Alican Saygı Ortanca (Onuncu yıl edisyonu ekleme ve ek metinler)
İthaki Yayınları
Kasım 2015 (1. basım)
708 sayfa
Amerikan Tanrıları neredeyse iki ay boyunca elimde süründü. Tuğla ebadında bir kitap olduğundan yanımda taşımam mümkün değildi, birkaç kez denedim ama büyük hata ettiğimi anladım. Bir bilgisayar masamda, bir komodinde, bir mutfak masasında dolandı durdu, sandalyede koltukta insan gibi oturup kitap okumayı beceremediğim için kol kaslarımı çalıştırdı, kahvaltılarıma eşlik etti ve bitmek bilmedi. Kitap için diyorlar ki, "ya çok seversin ya nefret edersin." Ben her ikisini de diyemiyorum çünkü kitaptan nefret etmedim ama çok sevdiğimi de söyleyemem. Yalnız, uzadıkça uzadı ve sıkıldım.
Kitabın nesnesinden bahsedeyim önce. Kalın ciltli baskı kitabın cüssesine cüsse katıyor ama aynı zamanda kitaplıkta da çok güzel gözüküyor. Bayılıyorum kalın ciltlere. Bu inanılmaz güzel tasarlanmış olan cildi, çok da güzel olmayan bir şömizle kaplamışlar. Kitap cildindeki baskın renk beyaz olduğu için, aman kirlenmesin diye giysili gezdirdim kitabı. Fakat o kapak! <3
(Danse Macabre, kitapta bahsi geçen eserlerden biri. Ben yazıyı yazarken biraz dinledim, siz de dinlemek istersiniz belki.)
Kitabımız kısa bir önsöz ve not ile başlıyor, Amerikan Tanrıları'nın nasıl kısaltıldığını, sonra 10. yıl edisyonu için nasıl tekrar uzadığını anlatıyor. Sonra birinci bölümle beraber, üç yıl hapis yatan Gölge ile tanışıyoruz. Hapisteyken vakit öldürmek için bozuk para numaraları öğreniyor, cezası bitip hapisten çıkmasına iki gün kalmışken, karısı Laura'nın bir trafik kazasında öldüğü ve bu yüzden erken tahliye edileceği haberini alıyor. Evine gitmek için bindiği uçakta yanına oturan adam, Gölge'ye bir iş teklif ediyor, Gölge işi reddediyor, adam bir yerlerde tekrar karşısına çıkıp teklifini yineliyor. Sonunda Gölge, adının Bay Çarşamba olduğunu söyleyen adamın iş teklifini kabul ediyor ve kendisini akıl almaz olayların içinde buluyor.
Olay, en basit hali ile, tanrıların iktidar kavgası. Bir tarafta, göçmenlerin Yeni Dünya'ya yanlarında getirdikleri eski tanrılar (Nordik tanrılar, Slav tanrıları, Hint tanrıları, İslam dünyasından bir cin...) var; diğer yanda ise modern dünyanın tanrıları (televizyon, para falan.) Bay Çarşamba, yeni tanrılarla olan mücadelesine yandaş arıyor, kendisi gibi arkaik tanrıları tehlikenin gerçek olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Gölge ise Bay Çarşamba'nın maaşlı elemanı, getir götür işlerine bakıyor, yeni tanrıların tehditleri ve şiddeti ile karşılaşıyor ve ölen karısının neden ölü olarak kalmadığını merak ediyor.
Leprikonlar, Odin, Loki, Anansi (evet Anansi Çocukları'ndaki), Anubis, Brahma ve az bildiğim, sadece adını duyduğum, hiç bilmediğim onlarca tanrı, tanrıça, mistik yaratık var. Para illüzyonları, bahisler, kaybolan çocuklar, bir atlıkarınca... Hayır, kitabı okumak bu kadar uzun sürünce derli toplu anlatamıyorum da, böyle tonlarca değişik değişik şey var.
Kitabın içinde çok ilgimi çeken hikâyeler buldum aslında. Gölge'nin gizlendiği Lakeside kasabasını anlatan bir kitabı severdim mesela; alabildiğine sıradan ve sakin kasabada her yıl ortadan kaybolan çocuklar? Mükemmel olay.
Yarım milyon dolar değerindeki kitapları çalan hırsızı okumak da isteyebilirdim. Üstelik hırsız hapishanede ölüyor ve çaldığı kitapları nereye sakladığı bilinmiyor.
"Gary, revirdekiler ona hasta taklidi yaptığını söylediği sırada hapishanede öldü. Kendini halsiz hissederek geçirdiği bir gün, apandisitinin patlamasıyla son bulmuştu. Tam şu anda, Lakeside Kütüphanesi'ndeyken Göle, San Clemente'de sıra sıra kutuların, içindeki az bulunan, sıradışı, güzel kitaplarla birlikte çürüdüğünü, karanlıkta karardığını, solduğunu, küf ve böcekler tarafından yendiğini ve onları özgür bırakmak için asla gelmeyecek birini beklediklerini düşünürken buldu kendini."
Gaiman, kitapta zaman zaman olay örgüsünü bırakıp eski tanrılar ve onları ABD'ye getiren ilk göçmenlerle ilgili kısa bölümler yazmış. Hepsini çok sevdim.
Kitabın sonuna doğru bir yerde, "bir VW araba büyüklüğünde, bedensiz bir başa benzeyen bir şey"den bahsediyor Gaiman. Adam İngiliz, adam Doctor Who seviyor, adam Doctor Who için senaryo bile yazdı. Hiç kimse, Gaiman'ın bahsettiği bu şeyin Face of Boe olmadığına beni ikna edemez.
Şu kitap yorumunun dağınıklığına ne deseniz haklısınız. Fakat işte, kitap da böyle. Şu anda masamda açık duruyor, not aldığım yerlere bakıyorum, parça parça bakınca çok güzel. Ama hepsi bir arada çok karışık, çok uzun, dağınık. Bolca mitoloji var, Gaiman'ın tatlı mizahı var, zengin karakterler var...Yine de, kitabın bütününü çok sevemedim ve neden sevmediğimi de anlatamıyorum. Çok acayip. Kitabı önermek konusunda da aynı çekimser tavrı sürdüreceğim, okuyun/okumayın diyemiyorum. Onun yerine, kedi tanrıçadan bir alıntı yapıp gideyim.
"Bizi semboller olarak düşün. Biz insanlığın, mağara duvarlarındaki gölgelerin mantıklı hale gelmesi için yarattığı düşleriz."
Bu kitap bu yazrdan okudugum ilk kitapti ve sonradan okudugum eserlerinin hicbiri bunun otesine gecemedi. Cok tuhaf degil mi? Ne diyordu kitap he is in the trunk mi? Cok begenmistim o kismini. Ve taksi soforu cin gercekten rahatsizlik verici. Bir de face of boe ortaya cikmadan cok once yazilmistir gibi geliyor bana bu kitap?
YanıtlaSilYa çok seviliyor ya da hiç sevilmiyor galiba gerçekten. Yine de diziyi merakla bekliyorum. :)
SilFace of Boe konusunda emin olmadığım için şimdi baktım da kitabın ilk basımı 2001, Face of Boe ilk kez 2005'te ortaya çıkmış; yani haklısın. Bana fark etmez, "Face of Boe'yu önce Gaiman yazmış!" der yine de o kafanın Face of Boe olduğu iddiamı sürdürürüm. :))
Aa evet dizi var simdi degil mi? Unutmusum. Bakalim nasil olacak.
YanıtlaSilEvet evet, bakalım nasıl olacak. :)
Sil