19 Şubat 2020

Gulyabani


Gulyabani
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Günümüz Türkçesi: Selçuk Aylar
Müptela Yayınları
Eylül 2019 (1. basım)
172 sayfa

Gulyabani'yi gençken, öğrenciyken okuyup okumadığımı hatırlamıyorum ama galiba okumamıştım. Ne çok şey kaybetmişim! Çok eğlenerek okudum, çok sevdim. Kitap bittikten birkaç gün sonra da oturup Süt Kardeşler'i izledim ki eksik kalmasın. (Sonra Şaban Oğlu Şaban, Tosun Paşa... Bu filmleri izlerken bize ev sahipliği yapan kuzenim Burcu, Hababam Sınıfı'yla devam ediyormuş seriye.)

Kitabı benden başka herkes okumuştur diye tahmin ediyorum. Yine de konuyu kısaca anlatayım. Yaşı altmışı geçkin Muhsine Hanım'ı tanıyoruz önce.
"Bu saf, muhterem kadın, kınalı saçlarının üzerine bağladığı yeşil dantel oyalı, koyu şarap rengi yemenisiyle; parmak dikişli laciver Lahor işi kumaştan geniş hırkasıyla; etrafı kırmızı kaytan çevrili aba mestleriyle hâlâ gözümün önündedir."
Muhsine Hanım, dili pek tatlı bir kadınmış, komşularıyla toplanınca pek güzel hikâyeler anlatırmış. Sonra bir gün, gençliğinde yaşadığı gulyabani olayını anlatmış, biz de olayı Muhsine Hanım'dan aktarıldığı şekliyle okuyoruz.

Muhsine o zamanlar kimsesiz bir genç kız, evlendirilmiş, koca dayağından bezince kaçmış boşanmış. Sonunda bir yakınları, güzel bir yere hizmetçi yerleştireceğim diye Muhsine'yi alıp at arabasıyla yola çıkıyor. Bulgurlu yakınlarındaki (yani İstanbul'un taaaaaa ötesinde, çok uzaklarda!) Yedi Çobanlar Çiftliği'ne kadar gün boyu gidiyorlar.Çiftlikte Çeşm-i Felek Kalfa (ki kendisinin Çerkes olduğu belirtiliyor) ve Ruşen adlı (ki kendisinin Arap olduğu belirtiliyor) bir aşçı var. Bu iki kadıncağız, bir de evin hanımı, ihtiyar Hanımefendi koca köşkün içinde davullar çalan, sınav yapan, öte taraftan haberler getiren gürültücü perilerin cinlerin arasında delirmenin eşiğinde yaşayıp gidiyorlar. Bir de Muhsine katılıyor yanlarına ama Muhsine korkak olduğu kadar meraklı da olduğundan konuyu kurcalamaya başlıyor ve neler neler oluyor! Kitabı okumasanız bile sonunda ne olduğunu Süt Kardeşler'den öğrenmiş olabilirsiniz. Hüseyin Rahmi tam bir akılcılıkla, bir Cumhuriyet dönemi yazarından bekleyeceğimiz gibi, bütün doğa üstü olayları açıklayıp usa ve mantığa oturtarak kapatıyor romanı. Ama bu, romanda tasvir edilen tuhaf cinler ve bir garip çalgı çengi yüzünden trende, tramvayda kıkırdamamı engelleyemiyor tabii.
"Çorba pişirmek için bir havuza pirinç atsak ateşi nereye yakmalı?"
Abla meselenin zorluğundan iskemlesinin üzerinde birkaç defa kalkıp oturarak birçok kez yutkundu. Nihayet şu cevabı buldu:
"Efendim testi kebabı gibi kor'u havuzun etrafına dizerim..."
Derhal çiftenağra, çığırtma bu opera topluluğunun inceli kalınlı sesleriyle başladı:
Bilemedi Ruşen hah hah hah
Bilemedi Ruşen hah hah hah
Hanımefendi'nin işareti üzerine hepimiz kalktık, bu hava eşliğinde göbek atmaya başladık.
Çalgı sustu, yine oturduk. Arap sıkıntısından terliyordu.