13 Ekim 2019

Kadınlar Ülkesi

 
Kadınlar Ülkesi - Herland
Charlotte Perkins Gilman
Çeviren: Sevda Deniz Karali
İthaki Yayınları
Kasım 2018 (1. basım)
209 sayfa

Kadınlar Ülkesi, Bilimkurgu Klasikleri serisinin otuz dokuzuncu kitabı. İlk kez 1915'te yayımlanmış ve hemen başta belirtmek gerekir, toplumsal açıdan geçerliğini (ne mutlu ki) epeyce yitirmiş ancak feminist yazının nerelerden geldiğini hatırlamak için okunması gerekir diye düşünüyorum.

Adından belli, elimizde bir kadın ülkesi var ama bu, bizim bildiğimiz Amazonlar gibi anaerkil bir toplum falan değil, her nasılsa eşeysiz üremeyi başarmış ve aralarında hiç erkek bulunmayan bir toplum. Yani, bence de çok sıkıcı evet... Ama bu kadınlar da bunu keyiflerinden yapmamışlar, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki ülkelerine düşmanlar saldırıp erkekleri savaşa gidince, ülkelerine açılan doğal geçit de bu arada kapanınca kadın başlarına kalmışlar. Yavaş yavaş ölmeye ve sayıları azalmaya başlamışken içlerinden biri bir mucize eseri hamile kalmış (yok vallahi, kıyıda köşede saklı bir erkek yok ülkede) ve bir kız doğurmuş. Partenogenez (yani döllenmesiz) üreyen bu tek kadının kızları da aynı yolla çoğalmaya başlamışlar ve böylece Kadınlar Ülkesi, tamamı birbirinin akrabası olan sakinleriyle, kendi küçük ve gizli dünyasında yaşamaya devam etmiş. Fakat bu gizli ülke hakkında bazı söylentiler, yakın coğrafyalardaki yerli halklar arasında gezinirmiş.

Böylece, bir gün bir keşif gezisine çıkan Terry O. Nicholson (parasını nereye harcayacağını şaşırmış, zengin bir genç), Jeff Margrave (bilim aşkı hiç sönmeyen bir doktor) ve anlatıcımız Vandyck Jennings (bilime meraklı bir sosyolog) sadece kadınların yaşadığı bu gizemli ülke ile ilgili söylentileri duyunca "Hadi lan!" diyerek işin aslını öğrenmeye karar veriyorlar. (Ve olaylar gelişir...)
 
Gerçek bir Casanova olan Terry, elbette erkek hasreti çeken bu kadınların arasında çok mutlu zamanlar geçireceğine eminmiş ama o iş öyle değil tabii. Kadınlar Ülkesi'ni bulduklarında bir grup kadın da bunları buluyor ve erkeklerimiz önce bir odada tutsak ediliyorlar, kadınların dilini öğrenmeye başlayınca da hem bu ülke ve yaşamları hakkında eğitiliyorlar hem de kadınlara kendi hayatlarını anlatıp öğretiyorlar.
Onlara yaklaşımımızda bizi en çok şaşırtan şey ise herhangi bir cinsiyet gelenekleri olmamasıydı, neyin "erkeksi" neyin "kadınsı" olduğuna dair kabul edilmiş hiçbir standartları yoktu.

Jeff, Celis'in elindeki meyve sepetini alırken "Bir kadın ağır şeyler taşımamalıdır," deyince kız yüzünde gerçek bir şaşkınlık ifadesiyle "Neden?" diye sormuştu. Tabii ki Jeff bu çevik, iri yapılı genç ormancının yüzüne bakıp da, "Çünkü kadınlar daha güçsüzdür," diyememişti, zira bu kız güçsüz falan değildi. Bir yarış atına, sırf yük atına benzemiyor diye güçsüz denir mi?
Kitap âdeta Gulliver'ın Gezileri. Gilman, döneminin kocaman cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili rahatsız olduğu ne varsa, Kadınlar Ülkesi'nin coğrafyasına sığınarak hepsini sırayla anlatmış. Dinden bahsetmiş, sonsuzluktan bahsetmiş, geleneklerden bahsetmiş.
"Geçmişe hiç saygınız yok mu? Ata annelerinizin düşündüklerine ya da inandıklarına?"
"Elbette hayır," dedi. "Neden olsun ki? Onlar çoktan gitti. Ayrıca bizim bildiğimizden daha az şey biliyorlardı. Eğer geçmişimizin ötesine geçememişsek ona layık değilizdir; ve bizleri geçmesi gereken çocuklarımıza da layık olamayız."
Adamlardan biri, iki sayfa boyunca bir zavallı kadıncağıza ölümden sonraki "sonsuz yaşam"ı anlatıyor, ölümsüzlüğün ne kadar da şahane olduğuna ikna etmeye çalışıyor ama kadın ikna olmuyor. Sanırım kitapta en çok burayı okurken eğlendim. Tamamını tabii ki burada alıntılamayacağım, kendiniz okuyun!

Kitapla ilgili en rahatsız olduğum nokta ise, böyle bir eşitlik, cinsiyetsizlik savunusunun ortasında hâlâ anneliğin kutsal tutulması oldu. Bir de kitabın çevirisinde Türkçenin eksik kaldığı bir yer var. Orijinalinde "ancestors" olduğunu tahmin ettiğim sözcük kitap boyunca "ata" hatta "ata anne" diye çevrilmiş ve ben bu sözcüğü gördükçe Türkçede bunun cinsiyetsiz bir karşılığı yok diye çok üzüldüm. Çeviren ben olsaydım "ninelerimiz" diye kullanmaya kalkışırdım, belki Alican'ı ve Emre'yi bile ikna ederdim, kim bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder