23 Temmuz 2018

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri


Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri - The Best Science Fiction of the Century
Derleyen: Orson Scott Card
Çevirenler: Arzu Akbatur gözetiminde Ayşe Su Akaydın, Merve Akçay, Tuğçe Atacı, Büşra Çavundur, Handegül Demirhan, Ahmet Can Halat, Cem Önder, Pınar Uysal
İthaki Yayınları
Mart 2018 (1. basım)
709 sayfa

İthaki'nin bilimkurgu klasiklerini delilerce hevesle takip ediyorum. Hâlâ okumadığım çok kitap var dizide ama Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri'ni çabucak okudum çünkü bloga yazdığım her yazıdan sonra yorumlarını hevesle beklediğim "ankaralıkitapkurdu" ağabeyim bu kitabı okuyup yorumlamamı istedi. Üstelik iyi ki istemiş. Bir ara internetten toplu sipariş verdiğimde almayı planladığım kitabı Kadıköy Mephisto'da görünce, "Aa bunu okuyacaktım ben, görmüşken alayım bari," dedim ve aldım. İki gün sonra kitabın baskısı bitmiş, hiçbir yerde bulunmuyor diye küçük çaplı bir isyan çıktı! Yani, ankaralıkitapkurdu bana bu kitabı oku demeseydi ben alana kadar kitap tükenmiş olacaktı. Sağ olsun!

Tabii yine de kitabı alır almaz okuyamadım, üstelik çok da uzun zamanda okudum ve kitap sırt çantamda oradan oraya savrulmaktan epey zedelendi; ben de bu arada kol kası yaptım. Eh bir de oturup yazacak zaman bulmak için bekledim. Sonra kapak fotoğrafını çekebilmek için bütün gemilerin/araçların gittikleri gezegenlerden/yollardan dönmesini bekledim derken, neyse... Sonuç olarak ancak şimdi yazabiliyorum.

Kitabın özelliği malum, Orson Scott Card bilimkurgu yazınını üç döneme ayırmış ve her dönem içinden sevdiği ve geniş bir okur kitlesine hitap edeceğini düşündüğü öyküleri seçmiş. Kitabın sunuşunda hem bilimkurgunun gelişiminden ve bu dönemlerden (Altın Çağ, Yeni Dalga ve Medya Jenerasyonu) bahsetmiş hem de öyküleri nasıl seçtiğini anlatmış. Bizim okuduğumuz çevirinin ise bir özelliği daha var: Öyküleri öğrenciler çevirmiş. Boğaziçi Üniversitesinden Arzu Akbatur hocanın yol göstermesiyle, Çeviribilim lisans son sınıf öğrencilerinin çevirilerini okuyoruz. Boğaziçi ve İthaki'nin bu iş birliği gerçekten çok akıllıca ve çok güzel. Çeviriler de şahane. Elbette bazı öykülerin çevirisi daha zayıf, bazıları çok güzel ama tek tek öykülerin çevirisine yorum yapmak istemiyorum. Bütüne baktığımızda, elimizde çok güzel bir çeviri var.

Öyküleri tek tek anlatmayacağım. Çok sevdiğim ve hiç sevmediğim birkaç öyküden bahsedip gideceğim. Kitabı okurken bol bol post-it kullanıp Evernote'a küçük notlar yazdım. Oradan aktarıyorum şimdi. Bir de yazının sonuna kitapta öyküsü bulunan tüm yazarları sıralayacağım.

Heinlein'ın Siz Zombiler... adlı zaman yolculuğu öyküsüne bayıldım. Bir de güldüm çünkü bana Harry Potter'ı hatırlattı. Aramızdaki Potterhead'ler hatırlayacaktır; Rowling'in kurgusunda "cisimlenme" sırasında bir şeyler yanlış giderse vücudunuzun bir kısmını geride bırakabilirsiniz, yanlış hatırlamıyorsam "septirme" deniyordu. Neyse. İşte bu öyküde de, Rowling'den yıllar önce benzer bir sorun kurgulamış Heinlein.
"Bu işin bir yöntemi var: ağ, deneğin içgüdüsel olarak geri adım atıp, metal örgünün üzerine gelmesini sağlayacak şekilde atılmalı. Sonra ikiniz de tamamen içindeyken ağı kapatmak gerekiyor. Yoksa geride ayakkabı tabanı veya ayağın bir parçası kalabilir, ya da zeminden bir parça sizinle gelebilir."
Hemen ardından gelen öykü, Ezgibent, Lloyd Biggle Jr. imzalı ve bu öyküyü de çok sevdim. Öyküde bir reklam müziği yazarı var, müzik üretiminin de otomatikleştiği bir gelecekte doğaçlama müzik yapan bir adamı anlatıyor.

Yalnızlığın Uçan Dairesi'ni (Theodore Sturgeon) sevmedim, bence fazla romantik bir öykü. Edmond Hamilton imzalı Ters Evrim adlı öyküyü de sevmedim, kendime yazdığım nota bakılırsa "fazla çiğ" bulmuşum.

Kitapta müzikle ilgili ikinci bir öykü daha var, James Blish'in Sanat Eseri öyküsünün başrolünde Strauss'u okuyoruz. Evet Mavi Tuna. Bu öyküyü de sevdim ama bu işte bir tuhaflık var. Aynı döneme ait iki yazar, neredeyse aynı tarihte (Sanat Eseri ilk kez Temmuz 1956'da yayımlanmış, Ezgibent ise Ağustos 1957'de) müziğin geleceğini kafalarına takmışlar. Müzik bilgim daha fazla olsaydı o yıllarda müzik dünyasında ne olduğunu araştırmaya koyulurdum ama nereden başlayacağımı bile bilmiyorum. 1956-57'nin müziğine dair tek fikrim, Rock 'n' Roll çağının yükseliş dönemi olduğu. Belki de bu yazarlar, benim son yıllarda dubstep'e verdiğim tepkiyi rock müziğe karşı verip "MÜZİĞE NELER OLUYOR! BÖYLE MÜZİK Mİ OLUR!!!" diye paniklemişlerdir. Gayet mümkün. (Bence haklıyım.)

Buraya kadar bahsettiklerim "Altın Çağ" yazarlarıydı. "Yeni Dalga" bölümüne geçince Dünyanın Altındaki Tünel dikkatimi çekmiş, Frederik Pohl'un öyküsü. Öykü, her an her yerde maruz kaldığımız reklamlarla ilgili. Ama tam olarak değil. Yani evet, reklamlarla ilgili ama konu o değil. Okuyunca anlarsınız.

Notlarım buradan doğruca "Medya Jenerasyonu"na atlıyor. Galiba Yeni Dalga beni çok çekmemiş. Hâlâ en çok Altın Çağ yazarlarını seviyorum. Asimov ve Clarke da oradalar üstelik! Medya Jenerasyonu'na Karen Joy Fowler'ın Görünen Yüz öyküsüyle başlayalım. Öyküde yabancı bir gezegende yaşayıp oradaki yerli hayatı gözlemleyen bir karı koca var. Bu çiftten kadın olanın pasif agresifliğini kendime benzettim. Ne olduğunu anlatmak istemiyorum ama öyküde onun başına gelen şey bana olsaydı hiç kimse anlamadan önce çok uzun bir zaman geçebilirdi.

Bir öyküde (C.J. Cherryh'in Çömlekler öyküsü) şöyle iki cümle geçiyor: "Çünkü her iki tarafta bulunan raflarda, koyu karanlık çukurların altında sırıtan ağızlarıyla sonsuz sayıda sarı kafatası vardı. Bazılarının burnu uzun, bazılarınınki kısaydı." Üşenmedim, öykünün İngilizcesini bulup baktım; çeviri hatası yok. Ama bir sorun var, KAFATASLARININ BURNU OLMAZ! Buna neden bu kadar takıldığımı ben de bilmiyorum.

Kitaptaki son öykü olan Bir ise (George Alec Effinger) aklıma bir soru düşürdü. Yaşam olmayan ve atmosferi oksijensiz bir gezegene inip orada ölürsek ve biri bizi gömerse yer altında çürür müyüz? Evet, oturdum bunu düşündüm. Sonra Can'a sordum. Çürümeyeceğimize, mumyalaşacağımıza karar verdik. Çünkü dışarıda bakteri yok, bedendeki bakteriler de konak canlı ölünce çok uzun süre hayatta kalamazlar. Bize böylesi mantıklı geldi, siz ne diyorsunuz?

Bu kadar uzun yazmaya niyetim yoktu ama galiba buraya bir şeyler yazmayı özlemişim. Daha da uzatmadan, şuraya yazarların isimlerini ekleyip gidiyorum ben.

*
Altın Çağ: Poul Anderson, Robert A. Heinlein, Lloyd Biggle Jr., Theodore Sturgeon, Isaac Asimov, Edmond Hamilton, Arthur C. Clarke, James Blish, Ray Bradbury.
Yeni Dalga: Harlan Ellison, R.A. Lafferty, Robert Silverberg, Frederik Pohl, Brian W. Aldiss, Ursula K. Le Guin, Larry Niven.
Medya Jenerasyonu: George R. R. Martin, Harry Turtledove, William Gibson & Michael Swanwick, Karen Joy Fowler, C.J. Cherryh, John Crowley, James Patrick Kelly, Terry Bison, John Kessel, Lisa Goldstein, George Alec Effinger.

4 yorum:

  1. Oooo kimleri görüyoruz..
    Eğer İstanbul da değil de Eskişehir de yaşıyor olsa idiniz ve ev ödeviniz (ki daha önceki bir başka ihmalinizin de cezası idi sanırım..) kapsamlı olmasa kesinlikle size kırılırdık. Ama yaşadığınız megapolün olağan dışı şartları cezanızın affını gerektiriyor.
    Raporunuz pek faydalı olmuş, editör kaleminden çıktığı belli. Bu tip geniş kapsamlı antoloji-derleme-lerin en önemli özelliği toplanan eserlerin kalitesinde farklılıkların olabilmesidir. Ama yine de bu eser yayın hayatımızın B.K.klasikleri arasına girerek sahaflara da yeni kazançlar sağlayacaktır. Hayırlı olsun,zamanınıza ve emeğinize sağlık.

    Bu arada siz yokken İthaki çalışmaya devam etti ve Galaktik İmparatorluk serisine "toz gibi yıldızlar" ile başladı. Asimovun Vakıf ve Robotlar serisi kadar sürükleyici olmadığını daha önce Baskan yayınlarından okuduğum kadarı ile hatırlıyorum. Ama kapak tam istediğim gibi. Tercüme ise fevkalade. Öneririm.

    Her şey için teşekkürler. Çalışmalarınızda başarılar ve iyi okumalar dilerim.

    ankaralıkitapkurdu


    P.S: "Bizim anladığımız manada" yaşamın olanaksız olduğunu düşündüğümüz oksijensiz bir gezegende ölürsek yine de çürüyebiliriz. Belki oksijen olmadan var olup üreyebilen ve organik madde ile beslenen bakteri benzeri protein bazlı canlılar vardır. Ayrıca, mumyalaşmanın olması için aşırı sıcak ve sıfır nem'e ihtiyaç vardır. Gittiğiniz bu gezegende havalar nasıldı ki? İzmir gibi ise kesinlikle mumyalaşamazsınız. Ama yine de Allahtan ümit kesilmez.




    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba!

      Ben "hayırdır neden kimse yorum yazmıyor" derken meğer bir dolu yorum birikmiş ama bana e-mail bildirimleri gelmemiş. Bugün hepsine baktım, bildirim ayarlarını da düzelttim.

      Öyküdeki gezegende hayat yoktu. Oksijen olmadığı için su da yok ve bildiğimiz anlamıyla nem de yok. Çok detay bilmiyoruz tabii, atmosfer bileşiğine değinilmemişti diye hatırlıyorum. Emin değilim :)

      Bu arada, Asimov'dan "Uzay Akımları" çıkıyor, çok seveceğinizi düşünüyorum.

      Sil
  2. Şimdi merak ettim; gömülen kişi koruyucu üniforma ile mi gömüldü?Ne kadar derinliğe gömüldü?Gömüldüğü yerin jeolojik yapısı nasıldı?Gezegenin gece gündüz sıcaklık değerleri nasıldı?Atmosferinde oksijen gazı yok ama hangi gazlar mevcuttu?Gezegende su varmıydı, başka muhtemel sıvı bileşikler?...gibi bi dünya olasılıklar belli değil...Bu konu ile kocamaaan bir roman bile yazılabilir...Bir iki tiyo versen birşeyler sallayabilirim....Rem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ¯\_(ツ)_/¯
      O kadar detay hatırlamıyorum ki. Oksijen olmadığı için su da yoktu, o kesin. Diğerlerinden emin değilim :)

      Sil