27 Haziran 2017

Tutsak Edilmiş Akıl


Tutsak Edilmiş Akıl - Zniewlony Umysl
Czeslaw Milozs
Çeviren: Osman Fırat Baş
MonoKL Yayınları
Mart 2017 (1. basım)
239 sayfa

Yine bir MonoKL kitabını anlatacağım size, yine künyesinde varım diye kendi kendime sevindiğim, çok büyük işler yapmışım gibi mutlu olduğum bir kitap. Çünkü, efendim, bu kitabın Nobel ödülü var, yazarı mühim bir insan, çevireni mühim bir insan; bana emanet ettiler diye tekrar tekrar şaşırdım okurken. Çok acayip bence. Öhöm. Bir de, hiç utanmadan kendi işimi öveceğim ama pırıl pırıl bir çeviri var elimizde. Bakın, Kristal Kitap da öyle demiş: "Okudukça insana katan, düşündüren, sorgulatan bir eser. Tertemiz çeviri ve editörlük de kitabın keyfine keyif katıyor."

Baştan söyleyeyim, normal koşullarda pek ilgimi çekmeyecek bir kitap bu. Çünkü tarih var, siyaset var, savaş var; kurgusunu okumayı sevsem de gerçeğini sıkıcı bulduğum şeyler var. Ha bir yandan sosyoloji var, edebiyatçılar var; daha ne olsun. Tarihi, siyaseti, savaşı, SSCB politikalarını, bunların topluma ve edebiyata etkilerini okumayı sevecek çok arkadaşım var, onlara bu kitabı tereddütsüz öneriyorum. Benim gibi kurgu sevenler nasıl bulur, emin değilim ama dümdüz bir inceleme değil kitap, gözünüz korkmasın.
"Savaş çıktı, kentimiz ve yurdumuz Hitler İmparatorluğu'nun bir parçası oldu. Beş buçuk yıl boyunca, herhangi bir deneyimden ya da edebiyattan tanıyabileceğimizden tümüyle farklı bir boyutta yaşadık. Görmek zorunda bırakıldığımız şeyin, en cesur ve en dehşet verici hayal gücünü bile aşıp geçtiğini söyleyebilirim.Önceden bildiğimiz canavarlık tasvirleri, şimdi safça ve çocukça öyküler olarak, bizi ancak güldürüyorlardı. Avrupa'daki Alman yönetimi korkunçtu ama hiçbir yerde Doğu'da olduğu kadar korkunç olmamıştı; çünkü nasyonal-sosyalist doktrine göre Doğu'da ya köklerinin tümden kazınmasına ya da ağır işte kullanılmaya layık ırklar yaşamaktaydı."
Litvanya doğumlu Leh şair/yazar Milozs, Alman işgali ile Rus komünizmi arasında kalan ülkesinin düşünce gelişimini inceliyor. Totaliter rejimlerin edebi üretkenliği nasıl etkilediği ile ilgili dokuz makale var kitapta. Çağdaşı kimi yazarları ve şairleri de (isimlerini kullanmadan) konu alarak dönemin detaylı bir portresini çiziyor.
"Beta, toplama kampı yaşantısı üzerine yazmış olduğu öykülerde, insanın içindeki emir kiplerinin her türlüsünü tartışmaya açıyor olsa da, gerçek bir yazardı: Çünkü hiçbir şeyi allayıp pullamıyor, hiç kimseye yaranmaya çalışmıyordu. Sonra edebiyatına tek bir siyasi tohum soktu ve bu tohum, bir eriyiğin şekillenişi gibi, o andan sonra yazmış olduğu her şeyin tek anlamlı ve basmakalıp olması sonucunu doğurdu."
Dedim ya, epey spesifik bir konu fakat okudukça içine çekiyor; yazarın düşünceleri, bahsettiği dönemin yoğun kontrol altında ilerlemeye çalışan edebiyatı, faşizmle komünizmin (kâğıt üstünde de) çarpışması okumaya değer. Bu arada, kitap 2006'da Elips Kitap tarafından yine Osman Bey'in çevirisi ile yayımlanmış ama uzun zamandır baskısı yokmuş; MonoKL gözden geçirilmiş çeviri ile yeniden yayımladı, bence şahane oldu. Savaş dönemi Doğu Avrupa'sı ve buradaki üretken aydınların durumu ilginizi çekiyorsa kitabı şiddetle tavsiye ediyorum; benim gibi kurgu sevenlere ise, farklı bir şeyler okumak isterlerse tavsiye edebilirim. :)

20 Haziran 2017

Geliş


Geliş, Hayatının Hikâyeleri ve Diğer Öyküler - The Stories of Your Life and Others
Ted Chiang
Çeviren: M. İhsan Tatari
MonoKL Yayınları
Ocak 2017 (1. basım)
287 sayfa

Bu kitabın künyesinde sevgili İhsan'la beraber adım geçiyor ve ben bundan dolayı çok mutluyum! Çünkü İhsan, çok iyi bir arkadaş olmasının yanı sıra çok iyi bir çevirmen. Onun elinden çıkan kitaplara ancak kozmetik düzeltmeler önerebiliyorum ya da çok minik yazım hataları bulup çıkarıyorum. Gerçi, kendisinin de itiraf ettiği üzere, dört kişi bir olup göremediğimiz bir küçücük hata var kitapta. Ona da nazar boncuğu diyoruz.

Malumunuz, Geliş (Arrival) filmi epey konuşuldu, yayınevi de kitabın esas adını iç kapağa saklayıp kitaptaki şahane öykülerin birinden esinlenen Geliş'i başlık olarak kullanmış. Bence olur, hiç sıkıntı yok. Sıkıntı şu: Ben bu filmi hâlâ izlemedim. İzleyeceğim bir ara. Umarım. Konusu açılınca kitaptan bildiğim kadarıyla konuşuyorum, o da olur bence.

Kitapta dokuz öykü var. Hepsi birbirinden farklı, hepsi ayrı bir tür deli. Kitabı okuyalı epey zaman geçti (eh, çünkü matbaaya gitmeden önce okudum) dolayısıyla detaylı anlatabilecek kadar hatırlamıyorum sanki. Fakat kitabın başlangıç öyküsü olan Babil Kulesi'ne bayıldım, hatırlıyorum. Kitabın geneline göre daha mistik bir öykü ve ilk sırada yer aldığı için bende epey yanlış bir beklenti oluşturdu. Daha mistikli, fantastikli öyküler beklerken ileride çatır çatır hard bilim kurguyla karşılaştım. Ama sonra yine mistik öğeler usulca katıldı öykülere, bilimin yanına büyüyü kattı.

Geliş filminin esin kaynağı olan Hayatının Hikâyesi de bence şahane bir öyküydü. Film için beklentimi yükselttiğini ise söyleyemeyeceğim. Bu şahane öyküden, durağan ve sıkıcı bir film çıkmış olabilir, hiç bilmiyorum. Fakat elbette izleyeceğim. Bir ara. Umarım.

Sıfıra Bölünme diye bir öykü var, içimizdeki matematikçileri fazlasıyla keyiflendirebilir. Matematikte hiçbir zaman çok iyi olmadığım halde ben bile sevdim.

Sanırım en sevdiğim öykü kitabın en sonundaki oldu. Gördüğünüzü Beğenmek: Bir Belgesel. Chiang estetik algısı üzerine düşünmüş, tartışmış, çok keyifli bir öykü halinde bize uzatmış tartışmasını. Bayıldım!

Geliş'i okumanızı şiddetle öneriyorum. Omuzlarınızdan sarsarak, gözlerimi pörtletip yüzünüze çok yakından bakarken "Okusana!" diye ısrar ederek öneriyorum. Ama benim gibi birkaç günde hızlıca bitirmeyin, zaten uzun öyküler var kitapta; tek tek, tadını çıkara çıkara okuyun.

14 Haziran 2017

Bir Yerde


Bir Yerde - Being There
Jerzy Kosinski
Çeviren: Aydil Balta
E Yayınları
Haziran 2012
115 sayfa

Kosinski adını duyunca hemen Boyalı Kuş geliyor aklıma, kitabı okuduğumdan değil, her yerde bahsi geçtiğinden. O kadar duymama rağmen (ya da belki o kadar çok duyduğum için) hiç merak edip bakmadım Kosinski kimmiş, Boyalı Kuş ne anlatıyormuş. Derken geçen hafta Bir Yerde elime tutuşturuldu, çok sevdiğim bir insan tarafından. Eh ben de hemen okudum, bir bildiği vardır diye. (Niye böyle devrik cümleler kurmaya başladığımı ben de pek bilemedim. İdare edin.) Bir bildiği varmış. En sonunda kendimi tramvay durağında kitaba bakıp kıkırdarken buldum; sağıma soluma bakıp toparlandım sonra, en ciddi ve asık suratlı yüz ifademi takındım.

Galiba uzun zamandır beni en çok eğlendiren kitap oldu bu. Doğru benzetmeler mi yapıyorum, bilmiyorum ama biraz Kurt Vonnegut tadı aldım, biraz da (aslında kitaptaki karakter hiç benzememesine rağmen) Ignatius J. Reilly'yi hatırladım. Yazarın İkinci Dünya Savaşı'nı atlattığını, Yahudilere yardım eden insanlar sayesinde soykırımdan kurtulduğunu okuyunca Vonnegut benzetmem biraz anlam kazandı kafamda. Ya da tamamen saçmalıyorum. Ben benzettim, gerisini bilmem.

Bir Yerde, Chance adlı bir adamı, doğumundan beri evden ve bahçeden dışarı adımını atmamış, okula gitmemiş, okuma yazma öğrenmemiş, sadece televizyon izleyip bahçeyle ilgilenmiş bir adamı anlatıyor. Chance'ın oturduğu evin sahibi olan Yaşlı Adam ölüyor, eve avukatlar geliyor ve Chance'ın hayatında ilk kez evden çıkması gerekiyor. Sonrası, bir kazayla başlayan ve yanlış anlaşılmalarla örülü bir zincir.
"E.E.'nin sözlerine büyük bir ilgi göstermesi gerektiğini düşünen Chance, televizyonda fark ettiği bir uygulamaya başvurdu ve söylediği cümlelerden bazılarını tekrarladı. Böylece, kadına devam etmesi ve ayrıntılara inmesi için cesaret vermiş oluyordu. Chance'ın sözlerini her tekrarlayışında, E.E. kendinden daha emin görünüyor ve yüzü aydınlanıyordu."
Çok detay vermeyeyim. Chance karşılaştığı herkesi ve her şeyi televizyondan gördükleriyle ve bahçesinde edindiği tecrübeleriyle değerlendiriyor. Kitap bir çeşit medya eleştirisi, bunu abartısız bir mizahla ama büyük bir alaycılıkla, çok tatlı yapıyor. Zaten küçücük, minicik bir kitap; bir hafta sonu çabucak okunur, pek de keyifli olur. Ha bir de, sesli kitap dinlemeyi seviyor ve İngilizce biliyorsanız, Dustin Hoffman tarafından seslendirilmiş bir audio book versiyonu mevcutmuş. Çeviriden de biraz bahsedelim, gayet güzel, akıcı bir çeviri var elimizde, sevdim ben; başta karakterin adı olmak üzere çeviriye kurban giden ses oyunları var ama bunları dipnotlarla açıklayıp çözmüşler. Son okumada gözden kaçan yazım hataları var ama kitabı okutmayacak kadar değil. Sonuç olarak, kitabı çok sevdim ve okumanızı gönül rahatlığıyla önerebilirim. Sanırım baskısı bulunmuyor ama denk gelirseniz kaçırmayın.

7 Haziran 2017

Yüzüklerin Efendisi (Tek cilt)

 
Yüzüklerin Efendisi (Tek cilt özel basım) - The Lord of The Rings (The Fellowship of The Ring, The Two Towers, The Return of The King)
John Ronald Reuel Tolkien
Çeviren: Çiğdem Erkal İpek
Şiir çevirileri: Bülent Somay
Metis Yayınları
Ekim 2013 (Yedinci basım)
1015 sayfa

Bitti, bitti! Vallahi bitti! Yaklaşık 1300 gram ağırlığındaki (az önce tarttım, cidden) kaldırım taşı cüsseli Yüzüklerin Efendisi cildini aylarca baş ucumda tuttuktan sonra nihayet bitirdim! Okuduğu kitabın ağırlığını merak eden tek manyak ben değilimdir, değil mi? Yok yok, değilimdir.

Neyse, bir münasebetsizlik edip Yüzüklerin Efendisi'ni eleştirecek, yorumlamaya kalkışacak değilim. Sadece kitabı bitirdiğimi haber vermek istedim. Aslında bu kitabı çok daha hızlı bitirirdim ama takdir edersiniz ki çantada taşımaya uygun bir kitap değil, tramvay durağında çıkarıp okumaya başlasam deli derler adama. Gerçi yine de bir süre yanımda taşıdım, hastanede refakatçi kalıp saatler geçirdiğim yaklaşık on gün boyunca yollarda ağırlık çalışması yaptık kendisiyle.

Daha önce okusam daha çok sever miydim bilmiyorum, kitabın büyük bir kısmını severek okudum. Filmleri doğru düzgün hatırlamadığım için bayağı da heyecanla okudum. Fakat bir yandan da, kitaptan yer yer sıkıldığımı itiraf etmem lazım, uzuuun betimlemeler, uzuuun ve düz yolculuklar kitaptaki yolcular gibi beni de bunalttı, yordu. Bir de, nihayet, "Filmde neden Tom Bombadil yok?!" diye isyan eden insanları anlıyorum. Gerçekten, filmde neden Tom Bombadil yok?! Ayrıca neden Tom Bombadil'in adı adeta Türkçeye çevrilmiş gibi?

Yüzüklerin Efendisi'nden her bahsedildiğinde yüzüme yerleşen mahcup ifadeyi ve "Ya ben daha okumadım..." itirafımı geride bıraktığım için çok memnunum. Böylece fantastik edebiyat alanındaki bir eksiğimi gidermiş oldum. Hobbit'i ya da Orta Dünya'ya ait diğer kitapları okur muyum, ne zaman okurum, elimdeki okunmamış kitap yığınları arasından sıra gelir mi bilmiyorum. Şimdilik bu dev kitap beni epey götürür. Ha bir de, her zaman olduğu gibi, KİTABI DAHA GÜZEL!