14 Mart 2017

Sabahtan Akşama


Sabahtan Akşama - Morgon og Kveld
Jon Fosse
Çeviren: Deniz Canefe
MonoKL Yayınları
Kasım 2016 (1. basım)
103 sayfa

MonoKL, çağdaş Norveç edebiyatından eserler yayımlamaya devam ediyor ve çok iyi yapıyor. Knausgaard'ın çevirmenlerinden sonra Norveççeden tercüme yapan üçüncü çevirmenle, Deniz Canefe'yle tanıştım bu kitapta. Pırıl pırıl çevirmiş, bayıldım. Baskı güzel, kapağı çok sevmedim ama olsun.

Sabahtan Akşama upuzun, dolambaçlı, bağlantılı cümlelerden oluşuyor. Kitapta nokta yok! 1-2 tane nokta gördüm, yazar mı kullanmış, çeviri ve edit sırasında dalgınlıkla mı araya girmiş bilemedim. Birkaç soru işareti var, onun dışında bolca virgül ve bağlaç kullanıp paragraflarca uzun cümleler yazmış Fosse. Okunması kolay ama içimdeki takıntılı okur her paragrafın sonunda nokta aradı, cümlelerin bitmemesi sinirimi bozdu; sonra alıştım.

Kitabın birinci bölümünde Johannes'in doğumunu okuyoruz. Yazarın anlatımından mı kaynaklanıyor bilemedim (ya da alıştığımız noktalamanın kullanılmamasından) ama çok çok dışarıdan bakıyoruz sahneye; bir tiyatro oyununu 35 ekran televizyondan izler gibi. Peki, bu kötü mü? Bence değil, gayet keyifli.
Biraz daha sıcak su gerek Olai, dedi İhtiyar Ebe Anna
Dikilip duracak mısın öyle mutfak kapısında, dedi
Yok, yok dedi Olai
Teni hem bir sıcaklık hem bir serinlikle ürperdi, içini kaplayan mutluluk gözyaşı olup taşarken ocağın başına koştu, dumanı üstünde kaynar suyu fıçıya doldurmaya başladı, evet, böyle sıcak olmalı diye düşündü, suyu doldurdukça doldurdu, Anna'nın yeter dediğini işitti, bu kadar yeter, dedi Ebe, Olai başını kaldırdığında İhtiyar Ebe Anna gelip fıçıyı ondan aldı
Ufacık bir adada yaşayan balıkçı Olai ve karısı Marta'nın evinde, oğulları Johannes doğmak üzere. Bitmeyen, nefes aldırmayan, noktasız anlatım sayesinde doğum anı öyle gerçek ki; zaten tıklım tıklım dolu olup insanların üstüme geldiği bir tramvayda okuyunca ben doğacakmışım gibi daralmayı başardım. Şahane!

İkinci bölüm ise artık yaşlı bir adam olan Johannes'in, her yanı tutulmuş hâlde uyandığı bir günü anlatıyor. Kitapla ilgili pek çok yazıda, yorumda bahsi geçtiği için benim de burada yazmaktan çekinmeyeceğim bir konu var. Eğer kitabı ne bekleyeceğinizi bilmeden okumak isterseniz (ben öyle okudum, çok güzel oldu) bir sonraki paragrafı atlayın. Blogda spoiler uyarısı yapıp metni saklayacak bir teknolojiye sahip olmadığım için böyle yapmak durumundayız. Bir paragraf atladıktan sonra okumaya devam edebilirsiniz sanırım. Sizin için fark etmezse ya da ne olduğunu bilmek isterseniz buyurun, anlatayım.

Evet, ikinci bölüm Johannes'in kasvetli bir güne uyanmasıyla başlıyor. İlk bölümde doğmuştu, hayatının ilk saatlerini okumuştuk ya. Bu bölümde de hayatının son gününü okuyoruz. Bu bilgiye sahip olmadan okumak çok keyifli, bölüm ilerledikçe "Yahu... Acaba?" diye diye okudum ben ve bir insanın ölümü ancak bu kadar yumuşak ve güzel anlatılabilirmiş, hayran kaldım. Şimdi bu mevzuyu kapatıp devam edelim.

İlk bölümde yalnızca doğumunu gördüğümüz Johannes ile ilgili daha çok şey öğreniyoruz bu bölümde. "Johannes büyüdü, evlendi, mesleği şu, çocuklarının adı bu," değil, metnin akışı içinde yavaş yavaş anlatıyor yazar. Bir süre önce karısı Erna'nın öldüğünü ve ondan sonra Johannes'in yalnız yaşadığını öğreniyoruz. Sabah alışkanlıklarını, kahvaltıdan önce içtiği sigarayı ve kahveyi, yakınlarda oturan kızı Signe'yi, komşusu Peter'i okuyoruz.
Erna şu leğeni ne çok kullanırdı, çamaşır makinesinden önce ne çok çamaşır yıkamıştı bunlarda, evet, az değildi, şimdi Erna göçeli çok oluyordu, leğenlerse buradaydı, evet, işte böyleydi, insanlar gider, geriye eşyalar kalırdı

Şiir gibi, huzurlu, akıp giden bir kısa roman Sabahtan Akşama. Şu aralar istediğim kadar bilim kurgu okuyamadığıma üzülsem de böyle güzel kitaplar buluyor ve okuyorum diye mutluyum. Tam, sakin bir pazar sabahı okunmalık kitap. Öneririm. :)

2 Mart 2017

Daha Ne Olsun


Daha Ne Olsun: Mezuniyet Konuşmaları - If This Isn't Nice, What Is?: Advice for the Young
Kurt Vonnegut
Çeviren: Algan Sezgintüredi
April Yayıncılık
Kasım 2014 (1. basım)
107 sayfa

"Yüzyılın" dedim, beğenmedim, "çağımızın" diye başladım, olmadı sildim, şöyle deneyelim: Yakın geçmişin ve 20. ile 21. yüzyılların en iyi yazarlarından biri Kurt Vonnegut diye düşünüyorum. Bunu, hangi kurumun bana verdiği yetkiye dayanarak yaptığımı sorabilirsiniz. Cevap veremem ama siz yine de sorabilirsiniz. Fikrimin arkasındayım, her kitabından ayrı ayrı keyif alıyorum ve Vonnegut okumaktan sıkılmak mümkün değil.

Kurt Vonnegut üniversite mezunu değilmiş, kitabın arka kapağı öyle diyor. Web sitesi de bu bilgiyi doğruluyor. 1940 yılında Cornell Üniversitesi'nde kimya eğitimine başlamış, 1943'te üniversiteden ayrılıp İkinci Dünya Savaşı'na gitmiş ve eğitimini hiçbir zaman tamamlamamış. Fakat kitaplarının başarısıyla (bazı kitapları zaman zaman okullarda yasaklansa da) üniversitelerin mezuniyet törenlerinde aranan bir konuşmacı olmuş. Bu kitap da, işte bu konuşmaların bazılarından oluşuyor.

Bir kere, Kurt Vonnegut büyük bir hümanist. Öylesine değil, bütün hayatıyla ve politik duruşuyla bir hümanist. Amerikan Hümanist Cemiyeti'nin de onursal başkanı. Vonnegut'tan önce Isaac Asimov da aynı topluluğun başkanlığını üstlenmiş; en sevdiğim yazarlardan ikisi hakkında böyle bilgiler edindikçe mutlu oluyorum. 2004 tarihli bir konuşmasında, bu durumu kendisi anlatıyor Vonnegut:
"Ezkaza Amerikan Hümanist Birliği'nin fahri başkanıyım; bu esasen işlevsiz makamda benden önce büyük bilimkurgu yazarı, müteveffa Isaac Asimov vardı. Biz hümanistler, ölümden soraki hayatla ilgili hiçbir ödül yahut ceza beklentisine girmeden, becerebildiğimizce onurlu davranırız. Bize herhangi bir aşinalığı bulunan tek soyut kavrama, toplumumuza elimizden geldiğince hizmet ederiz.
Asimov için bir cenaze töreni düzenlemiştik ve törenin bir yerinde, 'Isaac artık Cennet'te,' demiştim. Hümanist bir topluluğa hitaben söylenecek en komik laftı bu. Kahkahadan yerlerde yuvarlanmıştı herkes. Ortalığın sakinleşmesi epey sürmüştü."
Aynı dönemde yaşamadığım için, tanışıp iki cümle sohbet edemediğim için üzüldüğüm çok az insan var. Tahmin edeceğiniz üzere Vonnegut ve Asimov bunlardan ikisi. O yüzden, yukarıda alıntıladığım anı bana öyle kıymetli geliyor ki anlatamam. Genellikle yavru kedi görünce kullandığım Küçük Emrah kaşlarım hemen devreye giriyor, çok keyif almakla çok üzülmek arasında bir yerde kalıyorum. Neyse... Bu alıntı aslında Vonnegut'un konuşmalarında anlattıklarının bir kısmını da özetliyor. Okuyunca hepimizin "evet lan!" diyeceği ama uygulamaya gelince yer yer teklediğimiz şeylerden bahsediyor yazar. Ödül beklemeden, cezadan korkmadan iyi insan olmak, insanları eşit görmek, güzel müziğin tadını çıkarmak, falan filan... Savaşa katılan, esir düşen ama savaş boyunca bir kişiyi bile öldürmeyen bir adamdan bahsediyoruz. Daha ne olsun!

Kitap hakkında söyleyebileceğim fazla bir şey yok. Kısa kısa konuşmalardan oluşuyor, kesinlikle çok güzel şeyler anlatıyor ve çok rahat okunuyor. Kitabın çevirisiyle ilgili hiç not almamışım, demek ki şikayet edecek bir şey bulamamışım. Hatırladığım kadarıyla gayet hatasız ve temiz bir baskı. Çevirenin, editörün ellerine sağlık. Vonnegut'un 1978 yılında gerçekleştirdiği bir konuşmadan sadece iki cümlesini daha alıntılayıp gidiyorum ben.
"Arthur C. Clarke'ın, Çocukluğun Sonu'nu okuyanınız vardır belki; bilimkurgu alanındaki birkaç başyapıttan biridir. Diğerlerinin hepsini ben yazdım."