4 Şubat 2016

Sakallı Celâl


Sakallı Celâl: Bir Türk Filozofunun Yeniden Doğuşu
Orhan Karaveli
Doğan Kitap
Haziran 2014 (15. basım)
195 sayfa

İki yıl önce, Eskişehir'in en süper kitapçısı Faruk Bey'in önerisiyle İlhan Şevket Aykut'un hayatını okumuştum. Birkaç ay önce de, yine kitapçımın önerisiyle Sakallı Celâl'i aldım, okunacaklar yığınına ekledim. Toplumdan soyutlanmış, geleneksel yaşantıyı reddetmiş, "biraz tuhaf" sıfatıyla tanımlanan insanları çok seviyor Faruk Bey. Sakallı Celâl de böyle bir insanın biyografisi. Bu kitapla beraber bir biyografi daha önermişti Faruk Bey ama kitabın kapağında bütün sevimliliği ile gülümseyen şu adamı görünce "Bunu okumak istiyorum!" dedim. Dedim ama, kitabın bazı kısımlarını okuyabilmek için irade savaşı verdim resmen. Kafamın içinde Eye of the Tiger çalarken "Okuyabilirsin, yapabilirsin, bu sayfalar elbet bitecek," gibi şeyler söyledim kendi kendime. Gerçekten de o sayfalar bitti ve kitabın geri kalanı çok daha keyifle aktı gitti.

Sakallı Celâl olarak tanınan, kendine soyadı olarak Yalnız'ı (mezar taşına göre Yalınız) seçen, Galatasaray mezunu, Fransa görmüş bir paşa çocuğu. Neredeyse hepsi "büyük adam" olan okul arkadaşlarının aksine; oturaklı, düz bir hayat sürmemiş. Bir süre öğretmenlik yapmış, bir ara gemilerde çalışmış, Ege'ye gidip bir fabrikada işçi olmuş; bilgisiyle, fikirleriyle çevresini çok etkilemiş, değişik bir adam. 1886 yılında doğup Haziran 1962'de ölen Sakallı Celâl ardında yazılı bir sayfa bile bırakmamış, özellikle Galatasaray'dan okul arkadaşı olan akranları da birer birer vefat ettiği için anılarını doğrudan anlatacak çok fazla insan da kalmamış. Buna rağmen, Orhan Karaveli kollarını sıvamış, Sakallı Celâl'i tanıyan, bilen insanları ve bir dolu belgeyi bir araya toplayıp bu kitabı oluşturmuş.

Önce kitaptan şikayet etme nedenlerimi sıralayayım. Paşa çocuğu olan ve anne tarafından da kalabalık bir ailesi bulunan Celâl Bey'in akrabalarını, özellikle Abdülhamit döneminde yaşamış olanları o kadar uzuuuuuun uzun anlatmış ki yazar; hem sıkıntıdan bittim hem de kim kimdir, hangisi Sakallı Celâl'in nesidir hiç aklımda tutamadım. Çünkü Celâl Bey'in annesinin üvey kardeşinin eşinin yeğenlerinden bana ne?! Bu kadar detayı uzun uzadıya anlatmasalar daha iyiydi ya, hiç olmazsa kitabın burasına bir soy ağacı çiziktirselerdi, kim kimdir anlamak daha kolay olurdu. Bakın bir örnek vereyim:
"Cemâl Bey'in Zeynep Mebrure Hanım'dan iki kızı olacaktır: Mehveş ve Suzan. Yunanistan Parlamentosu'na seçilen Hasan Vodina ile Mehveş Hanım'ın güzeller güzeli rahmetli kızı Nihal, hâlen doksan yaşındaki Avukat Haldun Dörter'le evlenecek ve iki oğlu, Mimar Dr. Hasan Dörter ile Dr. Can Dörter, Mimar Dr. Neş'e ve Dr. Fatma Dörter'le hayatlarını birleştirecektir. Mimar çiftin kızları Gizem hâlen Amerika'da öğrenimini sürdürüyor. Diş Hekimi Dr. Can ve Dr. Fatma Dörter'in kızları küçük Öykü ise henüz ilkokul çağında."
Bu, Celal Bey'in abisinden uzanan soy ağacının bir kısmı. Devamı da var, yazmaya üşendim. İşte bu sayfalar çok canımı sıktı. Hiç merak etmediğim insanlarla ilgili bir sürü magazin bilgisi. Celâl Bey'in kalabalık ailesinden kısaca bahseden 2-3 sayfa yetmez miydi?

Kitapla ilgili bir diğer şikayetim, aslında yazarın üslubuna yöneliyor. Birden fazla yerde, paragraflar ya da bölümler yazarın "... çok ilginç ve düşündürücüdür." "... ne muhteşem bir yanıttır." gibi yorumlarıyla bitiyor ve huysuz bir okur olarak ben bunu sinir bozucu buluyorum. Aktarılan şeyin ilginçliğini, muhteşemliğini kendim değerlendirirsem daha mutlu olurum. Bir de kimi cümlelerin -miştir ile başlayıp -di ile bitmesi rahatsız etti ama çok da sık tekrarlanan bir sorun değil. Yazar Orhan Karaveli, ödüllü ve tanınmış bir basın emekçisiymiş. Belki de onun dönemine ait olan yazım tarzı, gazeteci üslubuyla birleşince bana yabancı gelmiştir.

Son olarak, kitap çeşitli fotoğraflarla süslenmiş ve bu çok güzel. Yalnızca Celâl Bey'in değil, ailesinin ve yakınlarının fotoğrafları da kullanılmış. Eski siyah beyaz fotoğraflara zaten bayılırım, kitabın içinde de karşıma çıktıklarında keyifle izledim fotoğrafları. Fakat, örneğin tamamen Abdülhamit'e ve dönemin donanmasına ayrılmış karşılıklı iki sayfada Celâl Bey'in abilerinin fotoğrafı var. Orada ne işi var o fotoğrafların? Yani, sayfa düzenini de çok sevmedim.

Fakat Celâl Bey'i epey sevdim. Dönemine yetişip tanıyabilsem büyük ihtimalle anlattıklarını pürdikkat dinleyenlerden olurdum. Baksanıza adama:
"Anadolu'da Fransızca hocalığı yaparken öğrencilere futbol oynatıyordu. Bir yobaz hocanın "Bu oyun dine aykırıdır... Kerbela'da şehit edilen İmam Hüseyin'in başını düşmanları böyle tekmelemişlerdi" dediğini duyunca yobazı dövdü. Azlettiler..."
Bunu okuyunca gülmeden edemedim, yobazla kavga etti falan değil, yobazı "dövdü." Tamam şiddeti desteklemiyoruz ama, komik. Böyle ilginç birçok anı, anekdot var kitapta, hepsi de Celâl Bey'in yakın çevresinden aktarılmış. Bu çevrede kimler kimler var: Yusuf Ziya Ortaç, Nazım Hikmet, Ahmet Haşim, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Haldun Taner, Ramiz Gökçe... Hatta, yazının başında bahsettiğim İlhan Şevket ile de tanışmışlar ve çok iyi anlaşmışlar.

Kitap Celâl Bey'in çocukluğunu, okul hayatını, ailesini, öğretmenliğini -ve neden devam etmediğini,- Sovyetler Birliği'nde katıldığı "Komintern" toplantılarını, sonunda yaşlılığını anlatıyor. Daha önce dediğim gibi, uzuuuun aile geçmişini okurken çok sıkıldım ama kitabın geri kalanı ilginçti. Celâl Bey'in son günlerini okurken ise bir üzüntü sardı, elli yıl önceki bir cenazeye ağladım. Hayır canım, sulu gözlü olduğumu da nereden çıkardınız!

Sakallı Celâl'i anlatan kitap on yılda on beş baskı yapmış. Pek takip etmediğim bir janra ait ama yine de bu kadar çok baskı yapmasına şaşırdım. Demek ki ben yeni öğrenmiş olsam da birçok kişi duymuş, okumuş Celâl Bey'in hayatını. Biyografi seviyorsanız ya da arkasında eser bırakmamış bir filozofu tanımak isterseniz okunabilir.

4 yorum:

  1. Merhaba
    Kitapta anlatılan nevi şahsına münasır bir kişi demek. Yazar tarihi bir kişilik olarak düşünmüş herhalde.Genellikle tarihi kişiliklerin seceresi çok detaylı verilir. Benim anlamadığım kitap ne için yazılmış. Tamam anlattığı kişi çok farklı ama neden yazıldığını anlamadım. Toplumda ki bu tür insanlara değinmek için mi? Anlattığı kişi toplumdaki diğer bireylerden farklı olduğu için mi? Bu duruma pek anlam veremedim de anlamadım da.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Tamam anlattığı kişi çok farklı ama neden yazıldığını anlamadım." derken aslında sorunuzun cevabını vermişsiniz bence. :)

      Ne kadar sağlıklı bir karşılaştırma olacağından emin olamadım ama, örneğin birkaç yüzyıl önce yaşamış Nasreddin Hoca, hakkında başka birilerinin aktardıkları/yazdıkları olmasa çoktan unutulacaktı çünkü yazılı hiçbir şey bırakmamış arkasında. Artık bir fıkra kahramanına dönüşse de ben hayat hikayesini okuyup çok sevdiğimi hatırlıyorum. Normdan sapan insanların tanınmasının da iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, neden yazılmış sorusuna "neden olmasın?" diye cevap verebiliyorum ancak. Kağıt israfı olarak gördüğüm çok fazla kitap var, bu onlardan biri değil. :)

      Sil
    2. Kağıt israfı olarak düşünmedim. Neden olduğunu anlayamamıştım, açıkladınız. Nasrettin Hoca üzerine araştırma yapmadım fakat gerçekten yaşayıp yaşamadığı konusu biraz soru işareti. Çünkü aynı Nasrettin Hoca Orta Asya da ki Türklerin kültüründe de var. Hatta heykeli de var Türkmenistandaydı yanlış hatırlamıyorsam. Onun temeli büyük ihtimal daha derinlere gidiyor.

      Sil
    3. Kağıt israfı, benim abartmam oldu biraz :)
      Nasreddin Hoca'ya gelince, şu anki haliyle birden fazla karakterin birleşimiyle oluşma ihtimali elbette var, birçok anonim hikaye aynı insana atfedilip kartopu gibi büyümüştür. Ama Türkiye'de anlatılan hikayelerin gidip dayandığı gerçekten yaşamış bir adam da var benim okuduğum/bildiğim kadarıyla, doğum yeri, yaşamı, ölümü bilinen. Doğrusunu öğrenmek için tarihçilere danışmak lazım ama onlar da kendi aralarında anlaşamıyorlar sıklıkla :)

      Sil