17 Kasım 2015

Kıyamete Bir Milyar Yıl


Kıyamete Bir Milyar Yıl - За миллиард лет до конца света (Za milliard let do kontsa sveta)
Arkadi Strugatski, Boris Strugatski
Çeviren: Hazal Yalın
İthaki Yayınları
Ekim 2015 (1. basım)
149 sayfa

Kitaplarını düet olarak yazan ve Sovyet bilim kurgusunun önemli isimlerinden olan Strugatski Kardeşler'in İktidar Mahkumları kitabını okuyup sevmediğimi çok iyi hatırlıyordum. Tam da bu yüzden Kıyamete Bir Milyar Yıl'ı okusam mı, okumasam mı bilemiyordum ki bir arkadaşım kitabı bana hediye etti. Kitap kapıma kadar gelince heveslendim, hemen okudum. Kitabın başında "Yok.. Ben bu Strugatskilerle geçinemiyorum." diye düşünürken, okudukça kitaba hayran oldum. Kitabı bitirip şu yazıyı yazarken ise, kitap için ne hissettiğimden emin değilim. Son zamanlarda okuduğum olaylı, maceralı kitaplardan sonra çok iyi geldi ama benzerlerini azimle arayacağım bir kitap da değil. Çok ortada kaldım.

Strugatski Kardeşler, uzaysız, yaratıksız, ileri teknolojisiz bilim kurgu nasıl yazılır dersi vermişler bu romanda. Farklı alanlarda çalışan Sovyet bilim insanları ya da politik doğruculuğu bir yana bırakırsak bilim adamları var romanda. İki de kadın, biri bilim adamlarından birinin karısı, diğeri güzelliğiyle dikkat dağıtan bir yan karakter. Neyse, 1970'lerin Sovyet Rusya'sında bilimde erkek egemenliği vardır diyelim, çok üstelemeyelim.

Astrofizikçi Malyanov'un evinde başlıyor roman. Malyanov, sıcak bir yaz gününde aklını toparlayıp yeni teorisi üzerine çalışmaya çabalıyor ama durmaksızın çalan kapı ve telefon zilleri yüzünden bir türlü işinin başına geçemiyor. Karısının okul arkadaşı Lidka Ponomareva aniden çıkıp geliyor ve güzelliğiyle adamcağızın aklını başından alıyor. (Bir kadın başka ne yapabilir ki...) Malyanov misafiriyle ilgilenirken kapı tekrar çalıyor, gizemli komşusu Snegovoy geliyor. Bu arada, iş arkadaşı Vayngarten sürekli telefon ediyor ve çok tuhaf davranıyor.

Absürt bir karmaşanın ortasında kalan Malyanov ne yapacağını şaşırmışken, kapısına dayanan bir polisle beraber daha da karışıyor ortalık. Vayngarten, uzaylılar -üstün bir uygarlık- tarafından çalışmalarının engellendiğini, başlarına gelen bütün tuhaflıkların bu uzaylıların işi olduğunu iddia ediyor. Kitap, "fantastik olayları fantastik olmayan varsayımlarla nasıl açıklarsın?" sorusunun etrafında şekilleniyor.
"Falan filan," diye sözümü kesti. "Kaçınılmaz olarak faaliyetlerinin izlerini gözlemlemiş olmamız gerekirdi, ama bunları gözleyemiyoruz. Neden? Çünkü yüksek bir uygarlık yok. Çünkü nedense hiçbir uygarlık, yüksek uygarlığa dönüşmüyor."
Strugatskilerin romanı karmaşık, kalabalık ve yorucu. Kitabı okurken, yazarların ürettiği paranoyayı ve kaygıyı paylaşmamak mümkün değil. Çok sevdiğim kitaplar arasında olmasa da, bu kitabın Rusça tam metinden çevirisinin yapılması ve yayımlanması (döneminde çeşit çeşit sansüre uğramışken) sevindirici. Benim gözüme batan yazım hataları oldu ama çok fazla değil. Güzel kapağı ve "istikbal göklerdedir" sloganıyla çok şık bir roket illüstrasyonunu birleştiren iç kapağıyla da kalbimi fethetti İthaki, bu serinin minimal kapaklarına bayılıyorum. Hatta muhtemelen, sırf koleksiyon olsun diye Dune baskısını da alıp kitaplığıma ekleyeceğim.

8 Kasım 2015

Vardiya


Vardiya - Shift: Wool -2-
Hugh Howey
Çeviren: M. İhsan Tatari, Rasim Emirosmanoğlu
MonoKL Yayınları
Kasım 2015 (1. basım)
506 sayfa

Bugün Ekim'in 31'i, az önce Rasim (yani hem Hugh Howey'nin hem de Knausgaard'ın editörü) Vardiya'nın kapak çalışmasını gönderdi bana; ben de yine heyecandan kıpır kıpır oldum. Silo'nun ardından aylaaarca bekledikten sonra Vardiya'nın neredeyse hazır olması beni çok sevindiriyor. Kitabı çoktan okumuş olmam ise (üç kez, baştan sonra) (ehe he) çok daha fazla sevindiriyor.

Yazının başında tarih belirtmemin nedeni de tam olarak bu. Kitabın matbaadan gelip piyasaya çıkmasını beklerken yazıyı yazıp hazırlayayım dedim, "Çıktı!" haberini aldığım gün yayınlanmak üzere bekleyecek. Peki, ben neden Vardiya'yı önceden okudum, hem de bir kere okumakla yetinmedim? Çünkü Rasim, MonoKL'dan çıkan kitaplarda nadiren de olsa karşılaştığım yazım hatalarının fotoğrafını çekip göndermemden bıktı sanırım. "Al, baskıdan önce oku madem" dedi, kitabın düzeltmesine katkım olmasını sağladı. ^_^ Yani, kitapta çıkabilecek yazım hataları için doğruca bana çemkirebilirsiniz, "her kitaba ukalalık yapıyordun, bu ne şimdi?" diye. (Gözümden kaçan hatalar çıkacak diye çok korkuyorum, öyle böyle değil.) Neyse, kitaba geçeyim ben.

Silo'da, var olan bir dünyayı ve oradaki insanları tanıdık. Vardiya ise bu dünyanın nasıl bu hale geldiğini anlatıyor. Silolar neden yapıldı, bu fikir kimin aklına geldi, insanları dev beton boruların içinde yaşamaya nasıl ikna ettiler? Siloların idaresi nasıl sağlanıyor? Bütün soruların cevabı bu romanda.

Roman 2110 yılında başlıyor, Troy'un birinci vardiyasına uyanması ile. Ardından 2049'a geri dönüyoruz, mekân Washington DC. Genç meclis üyesi Donald Keene, senatör Thurman'la görüşmek üzere bekliyor. Sonra bu Thurman'ın başının altından neler neler çıkıyor...

Böyle böyle, bir Troy'un neler yaşadığına bakıyoruz, bir geri dönüp Donald'ın başındaki dertlere bakıyoruz. Başka insanların hikayeleri ekleniyor. Olaylar dallanıp budaklanıyor... Troy, Silo 1'in üst düzey çalışanlarından biri. Uzun vardiyaları boyunca diğer siloları takip ediyor, yaşananları sorguluyor, hatta biraz fazla sorguluyor. Troy sayesinde silolardaki işleyişi, merkez yönetimin neyi nasıl yaptığını öğreniyoruz. Troy bir yandan kendisine yüklenen görevleri yerine getirirken bir yandan da bu yeni dünyanın bilmediği yönlerini keşfetmeye çalışıyor.

Donald Keene ise, ülkenin en önemli senatörünü çocukluğundan beri tanıyan, onun desteği sayesinde meclis üyeliğine seçilen bir mimar. Senatör Thurman, çok önemsediği nükleer atık tesisi projesi için gereken acil durum sığınaklarını Donald'ın tasarlamasını istiyor. Donald, yeni dahil olduğu projenin dosyasında, henüz öğrenciyken aceleyle çizdiği toplu konut tasarımıyla karşılaşıyor:
"Çizimi hatırlıyordu. Son sınıfta aldığı biyo-mimari dersine son dakikada yetiştirdiği bir projeydi. Hiçbir alışılmadık ya da olağanüstü yanı yoktu; yalnızca beton ve camla donatılmış, yüz küsur kat uzunluğundaki silindirik bir yapıydı. Bahçe olarak kullanılacak balkonları vardı. Silindirin bir yanının kesiti alınmış, böylece evlere, iş yerlerine ve dükkânlara ayrılan kısımlar gözler önüne serilmişti. Yapıda sınıf arkadaşlarının bol keseden malzeme kullandıklarını hatırladığı kısımlarda cimri, risk alabildiği noktalarda ise faydacı bir yöntem izlemişti. Yassı çatısından yeşil ot öbekleri çıkıntı yapıyordu; karbon nötralitesine göz kırpan korkunç bir klişeydi bu."
Bu tasarımı geliştirmesi, gökyüzüne değil yeraltına doğru uzatması ve nükleer sızıntıya karşı korunaklı hale getirmesi bekleniyor. Proje süresince yoğun çalışma saatleri, endişeli eşi, beraber çalışmak zorunda kaldığı eski sevgilisi, anlam veremediği tasarım tercihleri... Donald, projede tuhaf bir şeyler olduğunu fark etse de, yoğun gizliliğin içinde cevaplar bulmakta zorlanıyor. Büyük ideallerle geldiği konumunda Senatör'ün isteklerine karşı gelemeyen, üstelik sevmediği mimarlık işine geri dönmek zorunda kalan adamcağız, antidepresanlarla ayakta kalıyor. Tasarladığı sığınağın hiçbir zaman kullanılması gerekmeyeceğini umuyor, Senatör de bunun yalnızca proje onayı almak için gerekli bir adım olduğunda ısrarcı.

Biraz da Senatör Thurman'dan bahsetmek gerek. Romanın akışı Donald ve Troy üzerinden ilerlese de, Thurman'ın kurgudaki yeri çok önemli. İlerlemiş yaşına rağmen sağlıklı, dinç ve olduğundan çok daha genç gözüken bu adam, ülkenin en önemli kişilerinden biri. Bir dolu senatör var fakat Senatör dendiğinde kimden bahsedildiğini herkes biliyor. Sağlığını, yeni bir teknoloji olan nanobiyotik tedaviye, bedeninin içinde dolanan minicik robotlara borçlu. Kitle manipülasyonu konusunda bir dâhi ve nanoteknolojinin çok da masum olmayan amaçlara hizmet edebileceğinden emin:
Gözlerini kapsülün karşısındaki Donald’a dikti. “İran’a ilk kez neden girdik biliyor musun? Sebebi nükleer silahlar değildi, o kadarını söyleyebilirim; çünkü o kum tepelerine kazılmış her deliğe girip çıktım. O fareler atom bombalarından çok daha büyük bir ödülün peşindeydiler. Bize görünmeden, kendilerini tehlikeye atmadan ve hiçbir tepki almadan saldırmanın yöntemini keşfetmişlerdi, anlıyorsun ya?”
Şimdi tekrar Troy'a dönüyorum çünkü vardiyaların işleyişini henüz anlatamadım. Troy'un Silo 1'de çalıştığını söylemiştim, burası tüm siloların merkezi. Serinin ilk kitabını okuyanlar hatırlayacaktır, silo yöneticilerine telefonla ulaşan, yeni yönetici seçileceği zaman sınav yapan gizemli adamlar vardı. İşte tüm bu adamlar, Silo 1'de çalışıyorlar. Diğer silolarda rutinleşen bir hayat -iş, eş, okul...- varken, Silo 1'de altı aylık vardiyalar ve kriyopodlarda geçen uzun uykular var. Buradaki kadınlar, on yıllarca sürecek uykuları için kriyopodlara kapatılmışlar, erkekler ise vardiyaları boyunca çalışıp bir sonrakine kadar uzun yıllar uyuyorlar.

Kitap dünyanın nasıl değiştiğini, siloların arka planını anlatıyor ve bu arada kitle kontrolü hakkında -epey gerçekçi- bir örnek sunuyor. Yöneticilerin ve basının yarattığı bilgi karmaşası içinde gerçeklerle yalanların nasıl birbirinden ayrılmaz hale geldiği, karar verme yetkisine sahip olanların bunu nasıl kullanabileceği romana başarıyla yerleştirilmiş. Vardiya'yı da en az Silo kadar heyecanla okudum ve serinin son kitabı Dust'ı da aynı heyecanla bekleyeceğim. Kitap, şimdilik İstanbul Kitap Fuarı'ndaki MonoKL standında satışta, fuar sonrasında ise kitapçılardaki yerini alacak.