20 Eylül 2015

Dune Tanrı İmparatoru (#4)



Dune Tanrı İmparatoru - God Emperor of Dune
Frank Herbert
Çeviren: Dost Körpe
Kabalcı Yayınevi
Kasım 2009 (1. basım)
538 sayfa

Klasik Dune serisinin dördüncü kitabından bahsetmeye geçmeden önce bir diyeceğim var. Dune serisinin yayın haklarını İthaki aldı ve ilk kitap gözden geçirilmiş çevirisi ve çok sade çok güzel yeni kapağı ile piyasaya çıktı. Şurada ön okuması var kitabın, çeviriyi Kabalcı baskısı ile birazcık (2-3 paragraf kadar) karşılaştırdım; gözden geçirmişler, derleyip toparlamışlar ve daha iyi olmuş. Ayrıca, daha önemlisi, editör Alican Saygı Ortanca bir de iyi haber veriyor kitabın girişinde: "İyi bilimkurgu eserleri yayımlama idealizminin yarattığı bilinç, türe olan minnet ve yayınevi misyonu bir araya gelince, elinizde ilk kitabı bulunan Bilimkurgu Klasikleri dizisi fikri ortaya çıktı." Ben de, bunu okuyunca oturduğum yerde azıcık dans ettim. Çünkü İthaki'nin bilim kurgu klasiklerinden oluşan bir seriye başlamış olması bence kutlamayı hak ediyor!




Gelelim Dune Tanrı İmparatoru'na. Buradan sonra, serinin ilk üç kitabı hakkında spoiler olabilir. Dune Çocukları hakkında kesinlikle olur. Ben ikaz edeyim, sonrası size kalmış.

Efsanenin başlangıcının, Atreideslerin Dune'a gelmelerinin üzerinden 3500 yıldan fazla zaman geçmiş, İmparatorluk takvimine göre yıl 13.725. Kynes'in gezegen ekosistemini değiştirme hayali gerçek olmuş fakat bunu sağlayan kişi, gezegeni ve İmparatorluğu üç bin yıldır yöneten Leto II'den başkası değil. Dune Çocukları'nda kız kardeşi ve hafızasını paylaştığı ataları ile konuşan, babası kadar güçlü bir kahin olan Leto, gezegenin ve imparatorluğun geleceği için "Altın Yol" dediği planının gerçekleşmek zorunda olduğunu düşünüyordu ve kitabın sonunda kumalabalıkları ile birleşip simbiyotik bir yaşam seçmiş, insanlığından giderek uzaklaşmaya başlamıştı.

II. Leto'nun metamorfozu ilerlemiş, kumsolucanı derisi büyümüş, binlerce yıldır yaşayan tanrı-imparator, bir tiran olmuş. Metrelerce uzanan boyu, silah işlemeyen derisi, çevresindeki herkesi korkutan geleceği görme yeteneği ve katı kurallarıyla hem kalan baharat stokunu hem de bütün imparatorluğu yönetiyor. Bene Gesserit rahibeleri güçlerini kaybetmiş; Lonca, baharat için Leto'ya muhtaç, büyük hanedanlar yok olmuş, Atreides soyunu ise Ganimet'in torunları sürdürüyor. Dune, adını aldığı çölleri yitirmiş, artık gezegende akan bir nehir bile var; savaşlar yok ama bu zorunlu ve baskıcı barış döneminin getirdiği gerginlik tüm gezegeni (hatta gezegenleri) sarmış durumda.

Durum böyle iken, Leto'nun yönetimini, Altın Yol'un gidişatını okuyoruz roman boyunca. Politik entrikalar, gözü pek düşmanlar ve kanlı saldırılar olsa da, bir tiranın yönetimi altındaki halkın sorunlarını daha çok inceleyen; ilk üç kitaba göre daha sakin bir kitap Tanrı İmparatoru.
 "Cizvitler buna güç merkezini korumak, derdi. Bu durum da tamamen ikiyüzlülüğe yol açar ve bu ikiyüzlülük de eylemleriyle açıklamaları arasındaki tutarsızlıktan her zaman anlaşılır. Eylemleriyle açıklamaları asla bağdaşmaz."
 "O zaman bu konuyu daha dikkatli incelemeliyim, Lordum."
 "En sonunda da hâkimiyet insanlara suçluluk hissettirilerek sağlanır hale gelir. Çünkü bu ikiyüzlülük cadı avlarına ve günah keçileri aramaya yol açar."
---
"Güç merkezleri çok tehlikelidir, çünkü gerçekten delirmiş olan kişileri, güce sırf güç adına sahip olmak isteyen kişileri mıknatıs gibi çeker. Anlıyor musun?"
---
 "Onn'un tasarımına dair çok eğlenceli bir efsane vardır. Bu efsaneyi destekleyip yayılmasını sağladım. Denir ki bir zamanlar orada yaşamış bir halkın hükümdarının, senede bir kez tamamen karanlıkta, silahsız ve zırhsız bir şekilde halk arasında dolaşması gerekirmiş. Efsanedeki hükümdar karanlıktaki kullarının arasında gezinip yürüyüşünü gerçekleştirirken üzerinde ışıldayan bir giysi olurmuş. Kullarıysa o gün için siyahlara bürünürmüş ve üstlerinde asla bir silah araması yapılmazmış."
 "Bunun Onn'la... ve sizinle ne ilgisi var?"
 "Hükümdar o yürüyüşten sağ çıkabilirse, iyi bir hükümdar olduğu anlaşılırmış."
Aslında Dune Tanrı İmparatoru ile ilgili yazılacak daha çok şey var fakat artık uykusuzluktan cümlelerimi toparlayamamaya başladım ve neredeyse bir hafta boyunca internetten uzak kalacağım için yazıyı daha fazla geciktirmek istemedim. Bu arada, şu son alıntıdaki efsaneyi denemeye cesaret edecek bir tanecik politikacı arasak, neredeyse 200 ülkenin içinden bulabilir miyiz, çok merak ettim. 

Dune serisinin son iki kitabı kaldı elimde (klasik seriyi sayıyorum elbette, diğerlerini kim bilir ne zaman okurum.) Bir yandan peş peşe ikisini de okumak istiyorum, bir yandan da bitmesinler diye elim gitmiyor. Aniden chick-flick'lere sararsam yargılamayın beni, olur mu? ^^

10 Eylül 2015

Zarif Bir Cinayet Gecesi


Zarif Bir Cinayet Gecesi - They Do It With Mirrors
Agatha Christie
Çeviren: Çiğdem Öztekin
Altın Kitaplar Yayınevi
Mart 2014 (2. basım)
232 sayfa

Kitabın başlığına, yani Türkçe başlığına, bakınca frak giyen bir katil ya da dantelli parasolü ile kırıtan bir katil ya da hiç olmazsa cinayet işlerken serçe parmağını havaya kaldıran bir katil bekliyordum. (Evet, benim serçe parmağım hâlâ kendini zarafet timsali zannediyor; çünkü iyileşmek bilmiyor.)  Fakat kitabın ismini öyle bir çevirmişler, öyle bir çevirmişler ki, neye çevirdiklerini kendileri de pek bilememişler. Yani hayır, katilin serçe parmağının havada olduğunu pek zannetmiyorum. Ama güzel kitap. Üstelik benim için iki ayrı önemi var bu kitabın.

Öncelikle, Zarif Bir Cinayet Gecesi, bir Miss Marple hikayesi ve ben bu kadından biraz bahsetmek istiyorum. Miss Marple, bence hak ettiği değeri bulamamış bir polisiye karakter. Tamam, bir Sherlock Holmes değil ya da Hercule Poirot'nun karikatürize zekasına erişemez fakat sıradan, tatlı bir yaşlı kadın ve böyle bir kadının çok başarılı bir dedektif olması tuhaf biçimde güzel. Miss Marple, eskiden her mahallede bulunan, balkonda oturup gelenin geçenin kaydını tutan ve kimin ne haltlar karıştırdığını çok iyi bilen apartman teyzelerine benziyor aslında. İngiltere'nin küçük bir köyünde yaşayan, tonton, şirin, nazik, tam da dertleşilecek bir insan. Fakat, bütün bunların yanında, insanların kötü olduğuna ve herkesin olabilecek en kötü şeyi yapabileceğine inanıyor. Bu özellikleri, keskin zekası ve hafızası ile birleştiğinde Miss Marple bir cinayet sahnesinde kimin yalan söylediğini, kimin cinayet için nedeni olduğunu, olaydaki tutarsızlıkları görüyor; çoğunlukla köyünde daha önce yaşanan olaylarla ya da tanıdığı kişilerle benzerlikler buluyor ve hooop, olayı çözüyor!

Bu kitapta, Miss Marple eski bir okul arkadaşıyla buluşuyor; arkadaşının kız kardeşi hakkındaki endişelerini dinliyor ve söz konusu kardeşi ziyaret edip duruma bir göz atmayı kabul ediyor. Marple'ın ziyarete gittiği kardeş, sorunlu çocukların eğitimi ve psikolojisi ile uğraşan kocası ile birlikte, kocaman bir evde yaşıyor. Evde kendisi ve kocasının dışında, kızı, evlat edindiği diğer kızının kızı ve kocası, ikinci kocasının çocukları, yıllardır yanında çalışan asistanı, psikologlar, öğretmenler... var. Arazinin içindeki bir bina ise suçlu çocuklar için rehabilitasyon merkezi olarak kullanılıyor. Ortam bu, olaylar karışık. Neyse ki, Miss Marple orada.

Kitabın ikinci önemi ise, tamamen kişisel. İlk kez bir Agatha Christie kitabında, katilin kim olduğunu ve cinayeti nasıl işlediğini cinayetten hemen sonra çözdüm ve çözümüm doğru çıktı! Hmm... Kitap için biraz olumsuz bir yorum olabilir bu, neyse artık, ne yapalım. Çözdüm ben.

5 Eylül 2015

Hokus Pokus



Hokus Pokus - Hocus Pocus
Kurt Vonnegut
Çeviren: Ali Öktem
Dost Kitabevi Yayınları
Haziran 2001 (1. basım)
268 sayfa

Yine, gereğinden fazla uzun zamanda okuduğum ve bir türlü oturup hakkında iki satır yazamadığım bir kitapla karşınızdayım sevgili seyirciler. (İçimdeki TRT spikeri de karşınızda galiba...)

Hokus Pokus'u okudum bitirdim, arkasından koca bir romanı okudum (ama hakkında bir şeyler yazmayı -kitap piyasaya çıkana kadar- erteliyorum) sonra da yine bir Agatha Christie romanına başladım. Bir oturuşta bitecek bir Miss Marple macerası olmasına rağmen o kitabı da okuyamıyorum. Yaz bitiyor diye yas tutuyor olabilirim, emin değilim. Fakat bu arada, hiç olmazsa, parmağımdaki dev sargıdan kurtuldum; sürekli sağa sola çarptığım için minik yara bantları ile sarıyorum ve tamamen düzelmesini bekliyorum. Ne zaman mutfakta elime bıçak almaya kalksam biri (genellikle benden 11 yaş küçük olan yeğenim) yetişip "sen dur, biz yapalım" diyor. Şımartılıyorum ya da 5 yaşındaymışım gibi muamele görüyorum, çok eğlenceli!

Son iki gündür de, Hokus Pokus'u karşıma alıyorum, boş boş bakışıyoruz. "Ne yazayım senin hakkında?" diyorum, cevap vermiyor. Bir Vietnam gazisinin, akademisyenin, hapishane öğretmeninin ve mahkumun hikayesini anlatıyor roman. Hepsi aynı kişi. 1940 yılında doğan Eugene Debs Hartke, sosyalist lider Eugene Debs'in anısına bu ismi almış ve daha ilk sayfada, Debs'in sözlerini alıntılıyor:
"Bir alt-sınıf olduğu sürece ben de onlardan biriyim. Bir suç unsuru var olduğu sürece ben de içindeyim. Hapse atılmış bir tek kişi bile varsa özgür değilim."
Hartke, anılarını yazmaya 2001 yılında başlamış; eline geçen her kağıda -ne kadar küçük bir parça olursa olsun- yazıyor, yazdıklarını sıralayıp devam ediyor. West Point Askeri Akademisine girişi, Vietnam savaşı, eşi, eşinin akıl hastası annesi, Tarkington Üniversitesi... bu sonuncusu, zengin ailelerin aptal çocukları üniversite diploması alabilsin diye kurulmuş bir okul. Bazı vakıf üniversitelerimizi hatırlattığını söylemeden geçemeyeceğim. Hartke, nüfuzlu ailelerin çocukları hakkında çok karamsar:
"Böylece Yönetim Kurulu, Egemen Sınıfla derdimin ne olduğunu öğrenmek istedi.
O zaman söylemedim, ama şu anda büyük bir mutlulukla söyleyebilirim ki, Egemen Sınıfın sorunu, o sınıfta olanların çoğunun Kimberley gibi kuşbeyinli olmasıdır."
Savaş, atom bombası, üniversite, hapishane, delilik, askerlik, din, aile, ahlak... hakkında söyleyecek çok şeyi olan Vonnegut, laf kalabalığının arasına saklayıp anlatıyor her şeyi. (Bu klişeyi söylemezsem olmaz...) Güldürürken düşündürüyor. (Söyledim, rahatladım.) Alıntı yapmak üzere birkaç tane post-it yapıştırmışım kitaba; alıntıları peş peşe sıralasam, bu yazı da böyle olsa olur, değil mi?
"Her hayvan türü, kendi türünden hayvanların çok güzel olduğunu düşünür. Bu yüzden evlenen insanlar da çok güzel olduklarını ve bebeklerinin de çok güzel olacağını düşünürler, ama aslında gergedanlar kadar çirkinler. Çok güzel olduğumuzu düşünmemiz aslında öyle olduğumuz anlamına gelmez. Belki de korkunç çirkin hayvanlarız ve bunu kendimize itiraf edemiyoruz, çünkü bu bizi felaket hayal kırıklığına uğratır."
---
"Eğer insanların doğasında tanımadığı ve tanımak da istemediği başkalarına ve onların çektikleri acılara karşı kayıtsız kalmak olmasaydı, Vietnam Savaşı bu kadar uzun sürmezdi. Bazı insanlar, bu en doğal eğilimle başa çıkmaya çalışmış ve mutsuz yabancılar için duydukları üzüntüyü dile getirmişlerdi. Ama Tarih'in gösterdiği, Tarih'in haykırdığı gibi: 'Sayıları hiçbir zaman çok olmadı!'"
---
"Yaşlı Bilgeler buradakilerin kendileriyle ilgili her şeye, ne kadar saçma olursa olsun, gururlarını okşadığı sürece inanabileceklerini gördüler. Bunun doğruluğundan emin olmak için bir deney yaptılar. Kafalarına bütün evrenin kendilerine benzeyen büyük bir erkek hayvan tarafından yaratıldığı fikrini soktular. O, bir tahtta oturuyordu ve çevresinde de daha  az gösterişli bir sürü taht daha vardı. İnsanlar öldüklerinde gidip o tahtlarda oturuyorlardı, çünkü onlar yaratıcının yakın akrabalarıydılar."
---
"Bir hiç kimse olan Sosyalist büyükbabam Ben Wills'in aksine, önerecek hiçbir reform planım yok. Bence yalnızca Kapitalizm değil, her yönetim şekli, paramıza sahip olan insanlar sarhoşken ya da değilken, deliyken ya da akıllıyken ne yapmaya karar verirlerse odur."