30 Ağustos 2015

Tesla'nın Kutusu


Tesla'nın Kutusu - The Invention of Everything Else
Samantha Hunt
Çeviren: Cihat Taşçıoğlu
April Yayıncılık
Mayıs 2014 (5. basım, cep boy)
455 sayfa

Büyük kitapçı zincirlerinden birinde dolanıp bilim kurgu ve fantastik raflarında yeni bir şey yok diye üzülürken, bir umutla yeni çıkanlara bakıp çok satanlarda kendine yer bulan (bence) çok gereksiz kitaplara burun kıvırırken uzak bir köşede beyaz beyaz parlayan bu kitabı gördüm. "Hımm..." diye yanaştım, "Du' bakalım, nasılmış?" diye aldım kitabı. Tesadüfen bulup aldığım çoğu kitap gibi bir süre kitaplıkta beklettim, Dune'a ara vermişken okuyayım dedim. Güzel bir biyografi beklerken, Tesla'yı bir roman karakteri olarak buldum karşımda. Kitapları almadan önce daha düzgün incelemeliyim galiba.

Tesla'nın hayatının son günlerini geçirdiği Hotel New Yorker'da başlıyor roman. Bazı çocukluk anılarını, otel odasını, güvercinlerini anlatıyor Tesla. Sonra aniden, radyo tiyatrosu dinleyen genç bir kız çıkıyor karşımıza, Tesla'nın aksine üçüncü kişiden okuyoruz bu genç kızla ilgili bölümleri. Louisa, babasıyla birlikte yaşıyor, Hotel New Yorker'da kat görevlisi olarak çalışıyor ve temizlik için girdiği odalardaki kişisel eşyaları karıştırmak, eşya sahipleri ile ilgili çıkarımlarda bulunmak en büyük eğlencesi.

Tesla, tamamlayamadığı buluşlarını, ABD'ye gittiği yıl başına gelenleri, Edison'la yaşadıklarını bölüm bölüm anlatırken; Louisa, babası Walter, babasının en yakın arkadaşı Azor ve aniden Louisa'nın karşısına çıkan eski okul arkadaşı Arthur tuhaf bir maceraya atılıyorlar. Azor bir zaman makinesi üretmeyi başardığını (ayrıca Tesla'nın gelecekten geldiğini) iddia ediyor, Walter geçmişe gidip ölen karısını görmek istiyor, Louisa bütün bunlara şüpheyle yaklaşsa da geri duramıyor ve bir yandan da otelin tuhaf müşterisi Bay Tesla ile sohbet edip odasındaki anlaşılmaz nesnelerin ne işe yaradıklarını öğrenmeye çalışıyor.
"Büyü, din, okült, tüm bunlar burada, Yeryüzü'nde hayata geçirilebilecek tüm harika şeylere inanmamak için birer bahanedir. Büyüyü istemem. İnsanların hayallerinden bile geçirmediği şeylerin mümkün olabileceğini anlamasını isterim. Suyla işleyen otomobiller. Deri kesilmeden yapılan ameliyatlar. Bilginin ve enerjinin kablosuz aktarımı. İnanılmak istiyorum, Louisa."
Tesla, iyi güzel. Zaman yolculuğu, harika. Roman? Ehh işte... Çok fazla keyif aldığımı, kurgunun şaşırtıcı bir çizgide ilerlediğini söyleyemeyeceğim. Kitabın üçte ikisini bitirdikten sonra "Ha gayret, az kaldı" diye kendi kendimi gaza getirip devam etmem gerekti. Çeviriyi genel olarak beğensem de, yazım hatalarının çok fazla olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak, Tesla'yı misafir eden bir roman olduğu için okunabilir ama fazla bir şey beklememek lazım.

24 Ağustos 2015

Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?


Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? - Do Androids Dream of Electric Sheep?
Philip K. Dick
Çeviren: Mehmet Öztekin
Altıkırkbeş Yayın
Ocak 2014 (2. basım)
289 sayfa

Şimdi bana deseniz ki "Setenay, bilim kurgu diye başımızın etini yiyorsun, türe ait bir dolu kitap okudun ettin de; bu çok bilinen, çok sevilen kitabı okumak için neden bu kadar bekledin?" Cevabım hazır. Philip K. Dick'in kitapları farklı yayınevlerinden de basılmaya başladığında, belki başka bir yayınevinden çıkar da onu alıp okurum diye bekledim. Çünkü  6 45'in çevirilerine güvenemiyorum. İkinci baskıyı yaptılar, mecburen aldım kitabı. Ya da, sorunuzu soruyla karşılayabilirim: Bilin bakalım bir yayınevi, bir kitabın adını kaç farklı şekilde yazabilir? Cevap veriyorum: Üç.

Yandaki fotoğrafta sırasıyla kitabın kapağını, iç kapağını ve tüm sağ sayfaların üst köşesini görüyorsunuz. Kitabın tamamında bolca bulunan yazım yanlışlarını bir kenara bıraktım -ki bir kenara bırakılmayacak kadar fazlalar,- başlığı nasıl yazacakları konusunda bir fikir birliğine varabilseler, ondan sonra kitabı matbaaya gönderseler ne iyi olurdu. En azından, "elektrik" sözcüğünü nasıl yazacaklarına karar verseler o da olurdu. İşte böyle şeylerle karşılaşacağımı tahmin edebildiğim için Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?'yi okumayı uzuuun süre erteledim. Yine aynı nedenle kitaplığımda bekleyen birkaç Philip K. Dick kitabı daha var; enerjimi topladıkça yavaş yavaş okuyacağımı umuyorum. Okumayı bu kadar istediğim ama aynı zamanda okumaktan kaçındığım başka bir yazar yok sanırım. Bir de Neuromancer var tabii, onu da buraya eklemek lazım. Kitabın çevirisi ile ilgili o kadar kötü yorumlar okudum ki, yanaşamıyorum.

(Temsilî)
Bu arada, ben Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?'yi bitireli galiba iki hafta oldu, yine hem okumakta hem de okuduklarımla ilgili yazmakta zorlanmaya başladım.  Önce annem ameliyat oldu, onun ameliyat sonrası takip ve tedavi süreci devam ederken ben parmağımı kestim. Çünkü parmağımın patates olduğunu zannettim. Çok da iyi kesmişim, diktiler, dikişi söktüler ama ben hâlâ sarılıp sarmalanmış bir parmakla geziyor ve kocaman sargı nedeniyle adeta bir İngiliz asilzadesi gibi sağ elimin serçe parmağını sürekli havada tutuyorum. Kendimi İngiliz zannederken, annemi de Spiderman yaptım bu arada; çünkü ona da radyoaktif iyot verdiler ve ben birkaç günümü kitap okumak yerine "Anneeee, sen şimdi tavandan mı sarkacaksın? Karanlıkta parlıyor musun? Süper güç? Spiderman! Spiderman! Does whatever a spider can!" diye saçmalamakla ve geiger sayacı nerede satılır diye merak etmekle geçirdim. Başladığım bir kitabı (Sylvie ve Bruno - Lewis Carroll) yarım bıraktım, çünkü çok sıkıldım. Sıkılmama garantili olduğu için yeni bir Vonnegut romanına başladım ama yine çooook yavaş okuyorum. Sanırım Dune'a geri dönmeden önce birkaç hafif kitap okumam gerekecek.

Bu yazıya konu olan romanın kendisine gelirsek,  aylarca "Oku artık şunu!" diye başımın etini yiyen Volkan tarafından linç edilme riskini göze alarak söylüyorum, bu romanın ününü abartılı buldum. Durun, hemen vurmayın ama yahu, bir dinleyin! İnsanlar ve insansı androidler üzerine kurulu romanın anlatmaya çalıştıklarından çok daha iyisini Asimov zaten robot öyküleriyle yaptı. (Bilmeden öğrenmeden ukalalık yapmayayım dedim, kontrol ettim: I, Robot, Androidler'den on sekiz yıl önce yayımlanmış. İzninizle, ukalalığıma devam ediyorum.)

Savaş sonrası Dünya atmosferinin fazlasıyla kirlendiği, gezegen nüfusunun büyük çoğunluğunun başka gezegenlere göç ettiği; pek çok hayvanın neslinin tükendiği bir gelecekte kurgulanmış roman. Polis servisi ile beraber çalışan bir android avcısının, Rick Deckard'ın evinde başlıyor her şey; insanın duygularını, arzularını şekillendirebilen makinenin başında, karısının neden depresyon hissini yaşamak istediğini anlamaya çalışıyor Deckard. Bakın burası güzel; kitap boyunca sık sık bahsi geçen bu aletle televizyon izleme isteğini, eşine itaat duygusunu, agresifliği ya da sakinliği artırabilir, nasıl hissetmek istiyorsanız ona göre ayarlayabilirsiniz. Tam bir distopya ürünü! Fakat, böyle bir teknolojiyi sürekli kullanmanın nelere yol açabileceği gibi detaylar yok. Olsaydı iyiydi...

Hayvanların da kitapta özel bir yeri var. Hayatta kalmayı başaran hayvanların sayısı çok azaldığı için, bir evcil hayvan sahibi olmak büyük bir prestij sağlıyor. Yüksek apartmanların çatıları, bina sakinlerinin hayvanlarına ayrılmış; böylece keçisini, atını, güvercinini besleyen insanlar komşularına gösteriş yapma fırsatını da kaçırmamış oluyorlar. Hayvanınız ölürse, onun da çözümü var; bu alanda uzmanlaşan üreticiler gerçeğinden ayırt edilemeyen elektrikli hayvanlar yapıyorlar. Bu elektrikli hayvanlar, gerçek versiyonları gibi yemek yiyor, uyuyor, arızalandıklarında ise hasta hayvanlar gibi davranıyor. Servisi aradığınızda, bir hayvan hastanesi ambulansıyla gelip atölyeye götürüyorlar.

Deckard'ın avladığı androidler, Dünya dışında üretiliyor ve dış gezegenlerde kullanılıyor olsa da, Dünya'da bulunmaları yasa dışı. Görüntü olarak insanlardan ayırt edilemeyen bu gelişmiş makinelerin android olduğunu kanıtlamak için psikolojik testler ya da kemik iliği analizi yapılıyor. Polislerle iş birliği içinde çalışan Deckard, birimindeki en başarılı avcı bir android tarafından yaralanıp hastanelik olduğunda onun yarım bırakmak zorunda kaldığı işi devralıyor ve çok gelişmiş altı androidin peşine takılıyor.
Resch, Rick'e döndü: "Voigt-Kapff testinin ölçtüğü nedir Bay Deckard?"
"Çeşitli sosyal durumlarda gösterilen duygudaşlık tepkisini taban alır, genellikle hayvanlarla ilgili."
"Bizimkisi büyük bir ihtimalle daha basit bir test. Omuriliğin üst kısmında meydana gelen refleks tepkisi insan sinir sistemine oranla robotlarda birkaç mikro saniye daha geç oluşuyor."
Özetle, yapay zeka sahibi bu makinelerin de insanlar gibi duygulara, empati yeteneğine sahip olup olmadığını; insandan farklarının nerede başladığını sorguluyor roman. Bir bilim kurgu klasiği olarak mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum ama, başta dediğim gibi, Asimov aynı konuyu çok daha incelikle işliyor.

18 Ağustos 2015

Y'nin Esrarı


Y'nin Esrarı - The Tragedy of Y
Ellery Queen
Çeviren: Gönül Suveren
Hayat Kitapları
1964
159 sayfa

Kitaplığımdaki en fazla yıpranmış kitaplardan biri bu. Benden önceki sahibi kapak içlerini karalama defteri olarak kullanmış, ayrıca galiba kitabı gökdelen tepelerinden atıp traktörle üzerinden geçmiş. Kitabın eksik birkaç sayfası bile var, roman 9. sayfadan başlıyor! O yüzden internetin derinliklerinden epub halini buldum, eksik sayfalarımı tablette okudum. Sonra tableti kenara atıp eski kitap kokusuyla beraber okumaya devam ettim tabii.

Y'nin Esrarı uzuuun yıllardır kitaplığımda duruyor, Agatha Christie okumaya başladığım yıllarda denk gelip almış olmalıyım. Birkaç ay önce Tarihin Bilinçdışı'nın polisiye ile ilgili bölümünde bu kitaptan özellikle bahsedildiğini gördüm, "Ay bu bende vardı" diye kalkıp kitabı buldum; ne anlattığını hiç hatırlamadığımı fark edince de tekrar okumak üzere Okunacaklar Tepesi'ne ekledim. (Okunacaklar Tepesi, satın aldığı kitap sayısı okuduğu kitap sayısını hızla geçen insanların evlerinde ortaya çıkan doğal bir oluşumdur. Büyüme hızı mevsime, ev sahibinin boş zamanına ve harcadığı paraya göre değişiklik gösterir. Haddinden fazla büyüyerek dağ halini aldığı da görülebilir. Evinde Okunacaklar Tepesi olan insanları seviniz, çoğunlukla zararsızdırlar.)

Ellery Queen'in başka hiçbir kitabını okumadım ama bu kitaptaki çözümleyici karakter Drury Lane, başka kitaplarında da varmış. Drury Lane, emekli bir aktör; işitme kaybı çok ilerleyince sahneleri terk etmiş, eski makyözünü uşak olarak yanına alıp Hamlet adını verdiği evine çekilmiş. Elbette, çok zeki bir adam olduğu için, polisin içinden çıkamadığı olaylara kayıt dışı yardım etmeyi kendine görev bilmiş. Y'nin Esrarı'ndaki karakterlerden biri, Lane'i Sherlock Holmes'a benzetiyor ama bence çözümleme metodu ve insancıllığı ile Hercule Poirot'ya daha çok benziyor Lane.

Roman, soğuk bir şubat günü New York limanında denizden çıkarılan bir cesetle başlıyor. Uzun süre suyun içinde kalan adamın su geçirmez tütün kesesinden bir not çıkıyor: 
"Alâkalılara, 
Aklım başımda olduğu halde intihar ediyorum.
York Hatter"
67 yaşındaki York Hatter, haftalar önce kaybolmuş, sonuca varmayan soruşturmalardan sonra polis, adamın intihar ettiğine karar vermiş. Tanınmaz haldeki cesedi teşhis etmesi için eşi çağırılıyor... Sonra da York Hatter'ın ailesini tanıyoruz. Eşi Emily, çok zengin, güçlü ve çok huysuz bir kadın. Emily'nin ilk evliliğinden olan kızı Louisa kör, sağır ve dilsiz. York ve Emily'nin büyük kızları olan Barbara, hisli bir şair. Küçük kız Jill, tam bir çapkın ve gece kayatı düşkünü. Oğulları Conrad ise alkolik. Bir de Conrad'ın eşi ile iki küçük çocukları var. York Hatter'ın ölümünden iki ay sonra, Louisa'nın içmesi için hazırlanan sütte zehir olduğu ortaya çıkıyor; açgözlülükle sütü içen dokuz yaşındaki Jackie zehirleniyor ama ölmüyor. Bu olayla beraber Hatterların evi polislerle doluyor; işin içinden çıkamayan Müfettiş Thumm, olayı Drury Lane'e anlatıp yardımını istiyor. Sonrası malum, olaylar olaylar...

Kitabı, diğer polisiyelerden ayıran özelliği ise kapakta yazıyor: "Bütün ipuçları, cinayeti ölmüş bir adamın işlediğini gösteriyordu!" 

13 Ağustos 2015

Dune Çocukları (#3)


Dune Çocukları - Children of Dune
Frank Herbert
Çeviren: Dost Körpe
Kabalcı Yayınevi
Eylül 2008 (1. basım)
545 sayfa

* Bu yazıda serinin ilk iki kitabı olan Dune ve Dune Mesihi hakkında gereğinden fazla bilgi olabilir. Çünkü o kitaplar hakkında spoiler vermeden üçüncü kitabı anlatmak biraz zor. Ona göre okuyun.

Dune Çocukları'nı okurken biraz sıkılmaya başladım. İlk üç kitabın ilk basım tarihleri (1965, 1969, 1976) arasında yıllar varken birer kitaplık aralarla okumak fazla yükleme yaptı. O yüzden, dördüncü kitaba geçmeden önce birkaç kitap daha okuyup olaydan azıcık uzaklaşmak istiyorum. Peş peşe okumanın yarattığı sıkıntı dışında, bu kitaptaki yazım hataları ilk iki kitaptakinden daha fazla. Fakat her şey bir yana, serinin görkemi yerli yerinde duruyor ve yine çok iyi bir roman!

Dune Mesihi'nin finalinden dokuz yıl sonra başlıyor roman. Müeddib'in ikiz çocukları Leto ve Ganimet, anne ve babalarının yokluğunda halaları Alia, üvey anneleri Irulan ve Fremen naibi Stilgar'ın sorumluluğunda büyüyorlar. Çocuklar dokuz yaşında olsa da, Alia gibi rahimde doğmuşlar yani henüz dünyaya gelmeden önce bilinç kazanmışlar ve zihinlerinde atalarının binlerce yıllık tecrübelerini taşıyorlar. Rahimde doğanlar, Bene Gesseritlere göre hilkat garibesi olma riski taşıyor; bilinçlerindeki güçlü kişiliklerden biri baskın çıkıp vücudu ele geçirebiliyor ve bu çok tehlikeli. Özellikle de ikizleri dikkatle takip eden Bene Gesseritlerin genetik planları için...

Alia, imparatorluğu yönetiyor ama başarılı olduğu söylenemez. İmparatorluk, batıl bir din ve gittikçe artan baskı ile yönetiliyor. Müeddib'in yaratmaya çalıştığı öğreti çökmüş ve memnuniyetsiz sesler yükselmeye başlamış. Bir yandan imparatorluğu yönetirken bir yandan da zihnindeki diğer kişiliklerle savaşan Alia sonunda pes etmiş ve en korktuğu şeye, bir hilkat garibesine dönüşmüş. İkizler bunun farkında ve aynı hataya düşmemek için ellerinden geleni yapıyorlar; babaanneleri Jessica yıllar sonra Dune'a geri dönüp Alia ile yüzleşiyor. Alia'nın planları, Jessica'nın planları, Leto ve Ganimet'in planları birbirine giriyor; zavallı Stilgar kime güveneceğini şaşırıyor. İlk iki kitaptaki gibi bolca iktidar çekişmesinin yanına bir de aile içi çekişmeler ekleniyor bu sefer. Leto, çok cüretkar bir plan yapıyor ve kız kardeşini de ikna ettikten sonra planını gerçekleştirmeye girişiyor.

Kim olduğu bilinmeyen kör bir vaiz ortaya çıkıyor, Müeddib'in öğretilerine ve Alia'ya karşı kâfirce suçlamalarda bulunuyor. Jessica, ayrıldığı Bene Gesserit rahibelerine tekrar katılmış, kızına karşı torunlarını korumaya ve kendi planına yöneltmeye çalışıyor. Bene Gesseritler, büyük planlarının gecikmeli de olsa işleyeceğini umuyorlar. Tahttan indirilen Corrino Hanedanının veliahtı Farad'n, bütün bu olayların içinde kendine yer edinmeye, imparatorluğu geri almaya çalışıyor. Önemli karakterler, yan karakterler, hedefler, hikayeler... Devasa Dune evreni içindeki karmakarışık bir dönemi anlatıyor bu kitap, okurken odaklanmak gerekiyor. Bölüm başlarındaki alıntılarla da yine çok güzel şeyler anlatıyor Herbert. Bu alıntılardan en beğendiğimi paylaşayım, Bene Gesserit eğitim el kitabından:
"Başarılı bir dinin savunması gereken popüler tarih yanılsamaları vardır. Kötüler asla başarılı olamaz; güzelliği ancak cesur olanlar hak eder; dürüstlük her zaman iyidir; eylemler sözlerden daha etkilidir; erdemli olan hep kazanır; iyi bir iş yapan zaten ödülünü almıştır; insan ne kadar kötü olursa olsun düzeltilebilir; dinsel tılsımlar insanı iblislerce zaptedilmekten korur; kadim sırları ancak kadınlar anlatabilir; zenginler mutsuzluğa mahkûmdur..."

5 Ağustos 2015

Kara Kediler Kem Gözler


Kara Kediler & Kem Gözler, Modası Geçmiş Batıl İnançlar Kitabı - Black Cats and Evil Eyes: A Book of Old-Fashioned Superstitions
Chloe Rhodes
Çizimler: Aubrey Smith
Çeviren: Bahar Ulukan
Doğan Kitap
Mart 2015 (1. basım)
185 sayfa

Doğan Kitap'ın Renkli Tarih dizisinden çıkan bu kitap alışıldık tarih kitaplarını sevmeyenler (yani ben) için gayet keyifli. Tarihten bahsediyor ama imparatorlar, savaşlar, anlaşmalardan bahsetmiyor. Dünya tatlısı kara kedilerden neden korkulur, at nalının uğuru nereden gelir gibi şeyleri anlatıyor. Chloe Rhodes The Telegraph, The Times gibi gazetelerde çalışmış bir gazeteci-eleştirmen ve bu kitabında hemen hemen her kıtada yaygın olan batıl inançların kökenlerini ele almış. Fakat kitabı Türkçeye çevirirken şu ampersand'i neden bir "ve" sözcüğüyle ya da basitçe bir virgülle değiştirmemişler, bilemedim. Türkçede yok o, yabancı. Hiç olmazsa kapakta değil, sadece künyede kullanmışlar. Neyse.

Kitap, onlarca batıl inancın nereden, nasıl ve neden dolayı ortaya çıktığını bir-iki sayfalık kısa bölümler halinde anlatıyor. Batıl inançların kaynağını net bir şekilde gösterebilmek mümkün olmadığından, en olası teorileri paylaşıyor yazar. Kara kedilerden neden korkulur, merdiven altından geçersek ne olur, ayna kırıldığında tam olarak kaç yıl kötü şans beklemeliyiz, nazar nasıl değer, at nalının açık tarafı ne yana bakmalı, denizciler neden illa ki küpe takar, tuzu nereden atarsak uğursuzluğu uzaklaştırır... Batıl inançların tamamı, tıp ve teknolojinin çooook zayıf olduğu dönemlerde ortaya çıkmış. Dolayısıyla insanlar başlarına gelen talihsizlikleri mucizeler, okült, homeopati, büyü, cinler gibi doğaüstü yaklaşımlarla açıklamaya çalışmışlar. Böylece, hapşıran bir insanın ruhu kaçmasın diye "çok yaşa!" demeye başlamışlar, kara kedilerin kılık değiştirmiş cadılar olduğuna inanmışlar. Fakat (yıl olmuş 2015) biz neden hâlâ kötü şans gelmesin diye tahtaya vuruyoruz, onun açıklaması yok. Onu psikologlara sormak lazım sanırım.

Kara Kediler & Kem Gözler, hızlı ve keyifli bir okuma oldu. Ayrıca, kitapta bahsedilen birçok batıl inancın listelendiği, ilk kez 1480'de yayımlanan The Distaff Gospels adlı kitabı da okumak istememi sağladı. Bir de, kitabın fotoğrafını çekerken kullanmak için bir nazar boncuğu, bir at nalı, bir tavşan ayağı arayıp bulamayınca batıl inançlara gerçekten uzak olduğumu gösterdi, sevindirdi.