27 Şubat 2015

Çift Taraflı Bir Dedektif Hikâyesi


Çift Taraflı Bir Dedektif Hikâyesi - A Double Barrelled Detective Story
Mark Twain
Çeviren: Feyza Göçer
Labirent Yayınevi
Mayıs 2014 (1. basım)
86 sayfa

Mark Twain'in ilk kez 1902 yılında yayımlanan kısa romanı (ya da uzun öyküsü) Çift Taraflı Bir Dedektif Hikayesi, iki gizemi ve iki dedektifi bir araya getiriyor. Telifsiz bir kitap olduğu için, İngilizce orijinaline ücretsiz ulaşmak mümkün. Örneğin, burada farklı formatlardaki versiyonu bulunabiliyor.

1880 yılında, Virginia'da başlıyor öykü; yakışıklı ama fakir bir genç adam, zengin bir kızla evlenmek istiyor. Kızın babası bu evliliğe şiddetle karşı çıkarken, kızımız evini terk ediyor ve yakışıklı talibiyle evleniyorlar. Fakat damat, kızın babasının tavrına duyduğu hiddetin intikamını almak için karısına çeşitli manevi işkenceler uyguluyor ve aylar boyunca kadının pes edip durumu babasına anlatmasını bekliyor. Genç kadın boyun eğmeyi reddettikçe daha çok sinirlenen adam sonunda kadını bir yol kenarına götürüyor, kırbaçlıyor, üzerine tazılar salıyor ve halkın bulması için oracıkta bırakıp ortadan kayboluyor. Bu son olay sırasında hamile olan kadın, bir erkek çocuk doğuruyor; Archy adlı çocuğun bir tazı kadar iyi koku alabildiğini ancak çocuk beş yaşındayken fark ediyor.

Aradan yıllar geçiyor ve Archy, babasını bulmak ve intikam almak üzere annesi tarafından görevlendirilip, uzaklara gidiyor. Bundan sonrası, ABD'nin çeşitli bölgelerinde ve maden alanlarında; birbirine karışan iki ayrı hikaye şeklinde ilerliyor. Olaya Sherlock Holmes karışıyor ve Twain, çağdaşı Arthur Conan Doyle'un mükemmel bir dedektif olarak yarattığı karakter ile biraz dalga geçiyor.
"Ama ondan korkmanın ne gereği var? Onu benim tanıdığım gibi tanıyan herkes, her şeyi kendisi önceden planlamadığı, ipuçlarını ayarlamadığı ve adamın birini suçu talimatlara göre işlemesi için tutmadığı sürece onun hiçbir suçu çözemeyeceğini bilir."
Twain'in bu polisiye parodisi, Doyle henüz hayattayken yayımlanmış ama internette Doyle'un bu kitabı okuyup okumadığı -ve okudu ise tepkisi- ile ilgili bir kaynak bulamadım. Edebiyatın magazin tarafı sayılır ama, Doyle'un ne tepki verdiğini (ya da vereceğini) bilmek isterdim.

Kitabın çevirisi kötü sayılmaz ama 30. sayfada "Fetlock James" olarak tanıdığımız karakter, kitabın geri kalanında "Fetlock Jones" olarak anılıyor; sanırım doğru olan Jones. Tamamen kişisel yorumuma gelirsek, bu eseri çok keyifle okuduğumu söyleyemem. İlginç karakterler var, bazılarının hikaye boyunca gelişimlerini görüyoruz, ortada çok başarılı olabilecek bir gizem konusu var; fakat Twain, iyi bir romana dönüşebilecek konuyu 86 sayfalık bir parodiye harcayıp Holmes ile dalga geçmeyi tercih etmiş.

22 Şubat 2015

Marslı


Marslı - The Martian
Andy Weir
Çeviren: Emre Aygün
İthaki Yayınları
Aralık 2014 (1. basım)
415 sayfa

Film çekimlerinin Ridley Scott yönetiminde devam ettiği, dolayısıyla yayımlandığı her ülkede bir anda popüler olan ve İthaki'nin yoğun reklamlar eşliğinde yayımladığı bu kitabı hem merak ediyor hem de okuduğum birkaç yorum dolayısıyla beklentilerimi çoook düşük tutuyordum. Kitabı okudum ve hakkındaki hislerim hâlâ çok karışık. Elbette bir Solaris beklemiyordum ama koca bir gezegendeki tek canlının ruh durumunu biraz daha fazla görmeyi tercih ederdim. Marslı, tam bir Hollywood aksiyonu ve okurken sürükleyip götürüyor. Talihsiz olaylar sonucu Mars'ta tek başına kalan ve ölmemek için elinden geleni yapan Mark Watney'nin günlüğü ve Dünya'da, NASA'da yaşananlar gayet dengeli bölümlenmiş; birinden sıkılmak üzereyken diğer sahne başlıyor. Kitabın bilim altyapısında bolca eksiklik bulunabileceğini tahmin ediyorum (hatta bir yerlerde, yazarın kimi gerçekleri bilerek kullanmadığını/değiştirdiğini okudum) ama Andy Weir konuya epeyce hakim gibi geldi bana. Sonuçta, her bilim kurgu kitabından yüzde yüz bilimsellik beklemek zor, yine de insanlı Mars uçuşları hakkında bolca konuşulurken roman ne kadar "doğru" olursa o kadar iyi sanırım.

Doğru olmaktan bahsetmişken, İthaki'nin yayımladığı ve bu kadar yazım hatası/anlatım bozukluğu dolu bir kitap ile ilk kez karşılaştım. Hayretler içerisindeyim. Kitabın redaksiyon sürecinin çok aceleye gelmiş olduğunu düşünmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Şu cümleleri başka türlü açıklayamam: "Bu aracın tek amacı, altı kişiyi Mars yörüngesinden yüzeyine ölmeden inmelerini sağlamak." (Sf. 11) "Bunu sürdürebilmemiz tek nedeni ümitsiz durumda oluşumuz." (Sf. 104) ve daha diğerleri... Kitabı okumalarını önerdiğim bütün arkadaşlarıma, ikinci baskıyı beklemelerini de önerdim. Tüm iyi niyetimle, ikinci baskının düzeltilmiş olarak çıkacağını umuyorum.

Kitabın ilk üç satırında, baş karakterimiz Watney hakkında hemen bir fikir ediniyoruz. Kitap şöyle başlıyor:
"Neresinden bakarsanız bakın, sıçmış durumdayım.
Bu benim değerlendirmem.
Sıçtım."
Mars'a insanlı uçuşlar başlamış ve NASA'nın ilk iki uçuşu başarı ile tamamlandıktan sonra altı kişilik ekibi taşıyan Hermes adlı gemi, Ares 3 projesi için tekrar yola çıkmış. 124 günlük yolculuğun ardından Mars'a ulaşmışlar fakat oradaki altıncı günlerinde (bir Mars günü, Dünya gününden biraz daha uzun ve Sol olarak adlandırılıyor.) çıkan yüksek şiddetli fırtına nedeniyle görev iptal ediliyor. Yörüngedeki Hermes'e ulaşmak için kullanacakları araca doğru yürürlerken yerinden kopan bir anten Watney'nin bacağına saplanıyor ve Watney kum fırtınasında gözden kayboluyor. Uzay giysisinin gönderdiği sinyaller de sustuğu için Watney'nin öldüğünü düşünen ekip arkadaşları kuralları uyguluyorlar ve gezegenden ayrılıyorlar. Bundan sonra Watney hayatta kalmak için zorlu bir maceraya girişiyor. Her gün karşısına çıkan çeşit çeşit tehlikeyi ve talihsizliği bir şekilde atlatıyor, bir insan bu kadar şanslı ve akıllı olabilir mi, bilmiyorum. Neşesi ve umudu neredeyse hiç tükenmeyen Watney, boş zamanlarını, ekip arkadaşlarının yanlarında getirdiği eski dizilerle ve polisiye romanlarla geçiriyor. Günlüğüne yazdıkları ise hem teknik detayları atlamıyor, hem de genellikle çok keyifli:
"Tahminimce, Pathfinder'dan 100 kilometre uzaktayım. Teknik olarak orası "Carl Sagan Anıt İstasyonu." Carl kusura bakmasın ama oraya nasıl istersem öyle hitap ederim. Ben Mars'ın Kralı'yım."
Mars yörüngesindeki uydular sayesinde Watney'nin hayatta olduğunu öğrenen NASA'da ise ortalık karışıyor, milyonlarca kilometre ötedeki astronotlarına nasıl yardım edebileceklerini bulmak için gece gündüz çalışıyorlar. Sonunda iletişim kurmayı başardıklarında, oldukça renkli diyaloglar yaşadıklarını söylemek mümkün. Su arıtıcısının bozulmasının ardından, Watney arıtıcıyı parçalayıp borularını kontrol etmek istiyor, NASA ise bir hata yapacağını düşünüp buna itiraz ediyor. Sonuç olarak, Watney aleti parçalıyor:
NASA'ya ne yaptığımı söyledim. (Özetle) konuşmamız şöyleydi:
Ben: "Su arıtıcıyı parçaladım, sorunu buldum ve düzelttim."
NASA: "İt herif."
Özetle, Marslı iyi bir bilim kurgu/macera romanı denebilir; özellikle sürükleyici, film kıvamında bir şeyler okumak isterseniz. Fakat, bilim kurguya insan unsurunu da başarıyla ekleyen Bradbury, Lem, Le Guin gibi ustaları tercih ediyorsanız bu kitap yavan gelebilir. Maceralı, eğlenceli ve zihin yormayan bir film gibi, bir çırpıda okudum ben; yazım hatalarıyla uğraştığım dakikalar hariç.

(24 Şubat) Ekleme: İthaki'nin nazik editörü Alican Bey'e konu ile ilgili attığım e-maile cevap geldi; gerçekten de kitabın aceleye geldiğini ve ikinci baskı için tekrar redaksiyondan geçtiğini öğrendim. Mutlu oldum.

16 Şubat 2015

Tam Benim Tipim


Tam Benim Tipim: Bir Font Kitabı - Just My Type: A Book About Fonts
Simon Garfield
Çeviren: Sabri Gürses
Domingo
Şubat 2012 (2. basım)
352 sayfa

Blogda daha önce bahsettiğim kitapların tümünden farklı bir kitapla karşınızdayım bu sefer. Kitabı epey severek okudum. Hatta kapağının fotoğrafını cep telefonumun kamerasıyla çekmek yetmezmiş gibi geldi, masa lambama uydurduğum ev yapımı softbox'ın yardımıyla minyatür bir stüdyo ortamı oluşturup yukarıdaki fotoğrafı çektim. Bu arada da, fotoğraf çekmeyi çok özlediğimi fark ettim. Her neyse, benim esas alanımdan uzaklaşıyor olmam apayrı bir konu. Kitaba gelelim...

Kitabın başlığı ilk bakışta Hollywood yapımı romantik komedi filmi gibi gözükse de, alt başlıkta belirtildiği üzere, bu bir font kitabı. Grafik tasarımcılar, yazı tipi tasarımcıları, tasarım öğrencileri için ön bilgilendirme: Kitabı okumak çok keyifli olsa da, profesyonel ve teknik anlamda yeterli bir kitap değil. Steve Jobs'ın kaligrafi dersi aldığını ve bilgisayarlara farklı yazı tipi seçenekleri ekleyen ilk üretici olduğunu anlatarak başlıyor kitap. Comic Sans'tan ve (benim de desteklediğim) "Ban Comic Sans" hareketinden bahsediyor, bu yazı tipinin tasarımcısının aslında ne kadar iyi niyetli olduğunu anlatıyor. Malum, Comic Sans aslında çizgi romanlardaki el yazısına benzeyen, kullanıcı dostu bir yazı tipi olarak tasarlanmıştı. Aşırı kullanımı ile birlikte tasarımcıların ve tasarımla biraz ilgilenen birçok insanın nefretini kazandı.

Keyifli birkaç bölümden sonra, kitap zamanda geri gidiyor ve Gutenberg'den, ilk baskı makinelerinden, bu makinelerin gelişmesi ile birlikte ortaya çıkan yazı tipi tasarımcılarından bahsediyor. Monotype ve Linotype baskı teknikleri, IKEA'nın yazı tipi değişikliği, trafik levhaları, yönlendirme tabelaları, Obama'nın kampanya fontu... Yazı tipleri hakkında eğlenceli açıklamalar, biraz da tarih bilgisi. Yazarın metin içinde bahsettiği ve Youtube'da bulabileceğimizi söylediği birkaç video var, aradım buldum. Birini burada da paylaşayım:


Blogun ana metinlerinde kullandığım yazı tipi olan Georgia'yı "en okunaklı ve uyumlu ekran fontu" olarak tanımlayıp beni sevindiren kitabın sayfaları, mat kapağının aksine hafif parlak ve yüksek gramajlı kağıt ile hazırlanmış. Hacminden beklenmeyecek kadar ağır olan kitabın baskısı da çok özenli, çok sevdim. Eski tekniklerle kitap dizmenin ne kadar zor olduğunu da anlatan kitapta, kullandıkları teknolojiye rağmen birkaç dizgi hatası bulmak mümkün. Çeviriye gelirsek, aslında başarılı gözüküyor ama okurken kötü dublajlı bir film izlediğimi düşündürdü bana. Bu durum, yazarın orijinal tarzından mı kaynaklanıyor, yoksa çevirmenden mi kaynaklanıyor; emin değilim. Yine de kitabı severek okudum. Yazının başında dediğim gibi, bu kitap profesyoneller için yazılmamış. Konu hakkında bilgi edinmek için ise keyifli bir başlangıç olabilir.

10 Şubat 2015

Çarli'nin Büyük Cam Asansörü


Çarli'nin Büyük Cam Asansörü - Charlie and the Great Glass Elevator
Roald Dahl
Resimleyen: Michael Foreman
Çeviren: Selçuk Baran
Can Yayınları
1991
168 sayfa

Daha önce Charlie'nin Çikolata Fabrikasını okuyup anlatmıştım ama yine aynı karakterlerin yer aldığı ikinci kitabı okumayı sürekli erteledim. Sonunda, yıllar önce Ankara'da bir sahaftan yeğenime aldığımız kopyaya geçici bir süre için el koydum ve okuyabildim. Fotoğrafta görülen baskı 1991 yılından; yeni baskıda ise Çikolata Fabrikasında olduğu gibi çeviri Celâl Üster'e, resimler Quentin Blake'e ait. Kitabın başlığı da Çarli yerine Charlie olarak düzeltilmiş.

İlk kitabın finalinden hemen sonrasını anlatan masal; Charlie, Bay ve Bayan Bucket, Büyükbaba Joe ve Büyükanne Josephine, Büyükbaba George ve Büyükanne Georgina ve Willy Wonka'yı taşıyan asansörle başlıyor. Asansörün yüksekliğinden ve hızından çok korkan Büyükanne Josephine'in paniği yüzünden, asansörü zamanında yavaşlatamıyorlar ve asansör dünya etrafında yörüngeye oturuyor. Yörüngede gezinen tek araç cam asansör değil, ABD'nin sahip olduğu Uzay Oteli de orada. Henüz açılmamış olan otelin tüm çalışanlarını taşıyan bir kapsül de, otele doğru hızla ilerliyor. Masala ABD Başkanı karışıyor, asansör ve içindekiler otele kaçak giriş yapıyorlar, uzayın en korkunç canavarları olan Solucangil Knidlerle karşılaşıyorlar... Sonunda asansör fabrikaya döndüğünde, Willy Wonka'nın buluşları olan Wonka-Vit ve Vita-Wonk'un ne işe yaradıklarını öğreniyoruz. Çikolata Fabrikasını çok sevmiştim ama, devamı olan bu kitabı sevemedim. Çikolata Fabrikasının sevimli ve (bir masalda genellikle olduğu gibi) eğitici tavrından çok uzak kalmış, yakalamaya çalıştığı yerlerde de başaramamış. Dahl, kitabı aklının çok dağınık olduğu bir zamanda aceleyle yazmış sanki. Yine de Charlie ve Willy Wonka'nın bir macerasını daha okumuş oldum; aynı zamanda henüz bitiremediğim kocaman bir kitaba ara verip güç topladım. Kısa zamanda o kocaman kitabı da bitirip buraya yazabileceğimi umuyorum.