25 Ocak 2015

Godot'yu Beklerken


Godot'yu Beklerken - En Attendant Godot
Samuel Beckett
Çevirenler: Uğur Ün, Tarık Günersel
Kabalcı Yayınevi
Kasım 2012 (4. basım)
124 sayfa

Hayır, bir densizlik yapıp bu eseri eleştirmeye kalkacak değilim elbette. Kitap önerilerine çok güvendiğim birinin "Beckett okumadın, değil mi?" sorusunun ardından bana hediye aldığı kitabı okuyup çok sevdim ve bahsetmeden olmaz dedim. Kimi yerlerde (ve kitabın arka kapağında) "tüm zamanların en iyi oyunu" olarak nitelenen bir metin hakkında yazmak kolay değil; ne yazsam, ne desem diye düşünüyorum saatlerdir. Sanırım yıllardır bir tiyatro metni okumamıştım, güzel değişiklik oldu. Fakat bu arada seçici algım birkaç dizgi ve yazım hatası yakaladı, "ama olmaz ki..." diye söylendi, öte yandan çeviriyi beğendi. Yanlış anlamadıysam çeviri İngilizce metinden yapılmış, İngilizce metni de Beckett'ın kendisi yazdığına göre orijinalden çeviri yapılmış sayabiliriz. Değil mi? Ben ve algım çeviriyi çok sevdik. (Kişilik bölünmesi yaşamıyorum, sadece bu yazıyı epey geç bir vakitte yazıyorum. Ondan hep.) Kitabı okurken, kimi yerlerde kaşlarımı çatıp aynı cümleleri tekrar tekrar okuduğumu fark ettim. Bir de, oyunu sahnede izlemek istedim, ne güzel olurdu!

İki perdelik oyunda beş aktör var. Tek bir ağacın olduğu arazide oyalanıp Godot'yu bekleyen Estragon ve Vladimir; oradan geçen Pozzo ve Lucky, bir de küçük çocuk. Kafaları karışık Estragon ve Vladimir'in diyaloglarını okurken onlarla beraber kafam karışmaya başladı; Pozzo ile Lucky de duruma katkıda bulundular ve kitabın sonuna geldiğimde kendimi gerçekten yorgun hissediyordum. Bir kitabın bunu yapabilmesi harika değil mi! En çok da, Pozzo'nun zamanla ilgili homurdanmasını sevdim:
"Şu uğursuz zaman hikâyelerinizle bana yeteri kadar işkence yapmadınız mı? Anlamsız bir şey bu! Ne zaman! Ne zaman! Günün birinde! (...) Günün birinde doğduk, günün birinde öleceğiz."

19 Ocak 2015

Ölümsüz


Ölümsüz - Deathless
Catherynne M. Valente
Çeviren: Duygu Şahin
MonoKL Yayınları
Ekim 2014 (1. basım)
307 sayfa

Okuma tutulmamı (Bu bir terim olsun mu? Okuma tutulması?) bu kitapla aştım sonunda. Ölümsüz'e başladıktan sonra "10 dakika boşluk bulsam da birkaç sayfa daha okusam" diye fırsat kollarken buldum kendimi, kitap boyunca bir sonraki sayfayı merakla bekledim. MonoKL'un diğer kitapları için de aynı şeyleri yazdım ama tekrar etmem gerekiyor; kitabın baskısı, kıpkırmızı iç kapağı çok güzel. Çeviri harika, hiç kusur bulamadım; gözden kaçan 1-2 ufak yazım hatası var ama o kadar da olur. MonoKL ekibi yine çok güzel bir iş çıkarmışlar ortaya, özenli çalışmaları için teşekkürler.

Daha önce Elif'ten bahsetmiştim; İslam mitolojisi ile bezenmiş, çok keyifli bir roman olan Elif, bir Mısırlı ile evlenmiş olan Wilson tarafından yazılmıştı. Ölümsüz'ün yazarı Valente ise bir Rus ile evli ve bizi Rusya mitleri ile tanıştırıyor. Sanırım insanlar içinde yaşadıkları kültürü tamamen doğal kabul ediyorlar ama dışarıdan bakan bir yazar bu mitleri ve karakterleri alıp güzel kurgu romanlara dönüştürebiliyor. Valente, Rus masallarındaki ve halk hikayelerindeki karakterleri kullanıp lirik bir roman yazmış. Kitabın türünü ise mythpunk olarak adlandırıyor yazar. Steampunk ve cyberpunk'tan sonra, sevilesi bir punk daha çıktı bana!

Ekim Devrimi sonrasında, St. Petersburg'da başlıyor roman; sonra şehrin adı Petrograd, Leningrad, tekrar St. Petersburg oluyor. Marya Morevna, bu şehirdeki evinin penceresinde oturup kocası olacak kuşu bekliyor. Marya altı yaşındayken, pencereden gördüğü bir ekin kargası ağaçtan atlamış, yere çarptığı anda yakışıklı bir genç adama dönüşmüş ve evlerinin kapısını çalmış. Bu olay bir yağmur kuşu ve bir örümcek kuşu ile de tekrarlanmış ve Marya'nın üç ablası da kuşlarla evlenmişler. İşte bu yüzden, on beş yaşına gelen Marya Morevna bir pencerenin önünde oturup kuşları izliyor.

Ülkesinde rejim değişmiş, bir tek aile için çok büyük olan evlerine on bir aile daha yerleştirilmiş, artık Marya'nın on iki annesi ve on iki babası var, Marya okula gidiyor, bol bol düşünüyor, Puşkin okuyor ve özellikle kocalara dönüşen kuşlar gibi sıra dışı şeyleri görmek, bilmek ve hazırlıklı olmak istiyor. Bir genç kızın düşünmesinin ve Puşkin okumasının tuhaf olduğunu düşünen anneleri, babaları ve okul arkadaşları olsa da Marya bilginin en önemli gücü olacağını düşünüyor:
"Bilmek zorundayım, zorundayım. Yoksa beni dünyanın sonuna kadar yöneteceksin, çünkü sen biliyorsun ve ben bilmiyorum."
Marya henüz evinden ve komünal ailesinden ayrılmadan aylar önce, çocukluğunun masallarını süsleyen domovoy (ev cini) ile karşılaşıyor ve dünyanın gizli yüzü ile tanışıyor. Penceresinin önündeki kuşlar sayesinde küçücük bir parçasını görebildiği bu büyülü alemi anlamaya çalışırken, yeni komşuları nedeniyle kafası daha da karışıyor Marya'nın. Yanlarındaki eve taşınan yaşlı dul Liko, Marya'ya tarih öğreteceğini söylüyor ve bunun için ortaya çıkardığı büyük, siyah kitap şöyle başlıyor:
"Birinci Dünya Savaşı'nın Sebepleri birkaç tanedir. Öncelikle, hevesli öğrenci dünyanın gençken sadece yedi şeyi bildiğinden haberdar olmalıdır: su, yaşam, ölüm, tuz, gece, kuşlar ve bir saatin uzunluğu. Bunların her birinin Çarı ya da Çariçesi vardır ve Ölüm Çarı ile Yaşam Çarı bunların önde gelenleridir."
Bir gün Marya Morevna penceresinin önünde oturmuş ağlarken ve dışarı bakmazken; ağacın dalındaki büyük, siyah baykuş kendini yere bırakıyor, siyah palto giymiş, siyah saçlı hoş bir genç adama dönüşüyor ve kapıyı çalıyor. Kapıyı açan Marya'nın önünde diz çöküp kendini tanıtıyor: "Ben Yoldaş Koşey, soyadım Besmertni ve penceredeki kız için geldim." Bundan sonra, roman çok karışıyor, çok hareketleniyor; Ölümsüz Koşey ve Marya, uzun ve tuhaf bir yolculuğun sonunda Koşey'in ülkesi Buyan'a ulaşıyorlar. Cinlerin, iblislerin, su perilerinin yaşadığı ülkede kocaman, uzun bir macera başlıyor.

Olayların devamını anlatmasam daha iyi olacak sanırım. Onun yerine, kitap hakkındaki fikirlerimden biraz bahsedeyim. Kitapta çok fazla karakter var, doğaüstü karakterler tamamen yabancı mitlere ait olduğu için takip etmekte zaman zaman zorlandım; yine de bu kalabalığın fazla kafa karışıklığı yarattığını söyleyemem. Marya'nın roman boyunca süren değişimi başta olmak üzere, karakterlerin dinamikliğine bayıldım. Yazar işin kolayına kaçmamış; yan karakterler de dahil olmak üzere, saf iyi ya da saf kötüler yerine değişken, gerçek kişilikler yaratmış. Valente'nin masalsı anlatımı -ki bu üslubun aktarımında çevirinin payı büyük- kurguladığı dünyayı gözümün önünde canlandırıyor; bir yandan da komünist rejimi hafif hafif eleştirmeyi başarıyor. Büyü, iblisler, vahşet, şehvet, aşk, savaş... ne ararsanız var! Ölümsüz'ü çok büyük keyifle okudum, değişik bir şeyler okumak isteyen herkese rahatlıkla önerebilirim.

9 Ocak 2015

Siberya


Siberya - Cyberiada
Stanislaw Lem
Çevirenler: Mehmet Can Uğur, Tamer Çetin
Cem Yayınevi
Nisan 2014 (1. basım)
271 sayfa

Şuncağız kitabı oradan oraya sürükleyerek ancak iki ayda bitirebildim, benimle birlikte gezmediği yer kalmadı zavallının. Kitap 271 sayfa, bunun dört katı sayfa sayısına sahip kitapları bir oturuşta bitirdiğim olurdu eskiden -o zamanlar tabi gençtik, uykusuz kalınca fazla etkisi olmuyordu.- Bir de, kitabın içinde bir dolu kısa öykü olunca, parça parça okumaya gayet uygundu. Başı neydi, bu kimdi, ay niye öyle oldu şimdi diye şaşırmadan, unutmadan okuyabildim.

İletişim Yayınlarının yıllaaaar önce bastığı Lem kitaplarından bulabildiklerimi toplayıp peş peşe hatmettim zamanında, artık bu kitaplar piyasada bulunamadığı için eksiklerimi tamamlayamıyorum. Sağ olsunlar, Solaris ve Aden'in yeni baskılarını yaptılar geçtiğimiz yıl. Darısı diğer kitapların başına diyorum, 14 kitaplık seride 6 tane eksiğim var. Lütfen ya, yeni baskılarını yapsanız ya. Hatta mümkünse yeni baskıları, eski kapaklarla yapsanız ya. Çünkü o kapaklar çok güzeldi. ^_^ Ya da belki, Cem Yayınevi daha çok Lem kitabı yayımlayacaktır, o da olur, çok güzel olur. Koşarak gider eksik kitaplarımı alırım.

Öhöm... Yayınevlerine yalvarma seansımdan sonra, Siberya ve Mükemmel Boşluk için Cem Yayınevine, Hayali Büyüklük için de Pinhan Yayıncılığa teşekkür etmeliyim. İçimizdeki Lem özlemini birazcık gidermemizi sağladılar bu üç kitapla. Mükemmel Boşluk ve Hayali Büyüklük henüz okunmadılar, zor zamanlar için saklıyorum ama Siberya'yı büyük keyifle, uzata uzata, sindire sindire okudum. Fakat, kitabın çevirisini çok beğendiğimi söyleyemem. Çok büyük kusurlar olmasa da imla hatalarıyla karşılaşıyoruz kitapta. Bir de "yok artık" dediğim iki yer var: "... üçüncü polis eğildi, göbek düğmesini açtı ve aniden kolları ince saplara dönüştü." Şimdi... İngilizce konuşanların belly button dediği şeye biz düğme demiyoruz; bu polis bir robot olduğu için diyelim ki göbek deliğinin yerinde bir düğme var, o zaman da o düğmeyi açmıyoruz, basabiliriz, çevirebiliriz falan ama açmayız. İkinci büyük sorun ise, göbek düğmesinin hemen sonrasındaki sayfada karşıma çıktı: "... gibi ağır suçlardan dolayı parça parça kesileceksiniz, kazığa oturtulup boyunduruk taktırılacaksınız, karnınız deşilecek, canlı canlı gömülecek, haça asılacak, asılmışken yakılacaksınız; ..." Hayır, cümle zaten çok uzun ve karmaşık ama çarmıha gerilmek gibi bir deyiş varken, haça asılmak olmuş mu, bilemedim pek. Özetle, çeviriyi pek sevmedim; editörün gözünden kaçan hatalar buldum ve onları da sevmedim. Ama kitabı çok sevdim.

Kısa öykülerden oluşan Siberya'da, ilk önce Mühendis Trurl ile tanışıyoruz. Trurl, n harfi ile başlayan her şeyi yaratabilecek bir makine icat etmiş ve makinesini test ediyor. Bir süre sonra, bu becerikli makineyi gösterip hava atmak için, yakın arkadaşı Klapaucius'ı eve davet ediyor. (Bu arada ben hayretle, Klapaucius yazabilme hızımdan hiçbir şey kaybetmediğimi fark ediyorum. Sözcüğü bir yerlerden hatırlayıp tam çıkartamayanlar için açıklayayım, ilk Sims versiyonunda para şifresiydi.) Trurl ve Klapaucius iyi anlaşan fakat meslektaş oldukları için sıklıkla rekabet içinde olan iki arkadaş. Klapaucius, Trurl'un makinesini test edip hata bulmaya çalışırken olaylar karışıyor. Bu ilk öyküden sonra Trurl ve Klapaucius'ın çeşit çeşit maceralarını okuyoruz; Trurl bir düşünce makinesi üretiyor, Klapaucius kapısında bütün dilekleri gerçekleştiren makine buluyor, iki mühendis birlikte uzak galaksilere yolculuk ediyorlar, tuhaf gezegenlere gidip mühendislik hizmeti sunuyorlar, bir kralın avlaması için mükemmel bir makine tasarlıyorlar, umutsuzca aşık olan bir prens için meşumkadınmatik yapıyorlar (ama işe yaramıyor). Trurl'un kapısına gelen bir robot kendini tanıtıyor:
"Ey nazik ve asil beyefendi," diye cevapladı garip robot zırhı hâlâ titrerken, "benim adım Bonhomius ve ben münzevi bir keşişim, daha doğrusu eskiden öyleydim. Altmış yedi yıl boyunca bir mağarada yalnız başıma dindar bir şekilde, ta ki bir sabah üzerime şafak doğduğunda yalnız geçirdiğim hayatın boşa harcanmış olduğunu anlayana kadar derin düşüncelere dalarak yaşadım. Gerçekten de bütün o düşüncelere dalmak ve ruhsal mücadelelere tek başına girmek yanlıştı. Hem, kişinin ilk görevinin kendi selametini istemekten önce komşusuna yardım etmek olduğu yazılı değil midir?"
Lem, robotlarla ve acayip makinelerle doldurduğu öykülerinde derin konulara dokunmuş, mizahın arkasına büyük fikirler gizlemiş. Yazının başında dediğim gibi, yıllardır yeni bir Lem kitabı bulup okuyamıyordum, bu kitabı çok sevdim. Kaçırmamak lazım.