26 Aralık 2013

Ölümlüler Uyurken


Ölümlüler Uyurken - While Mortals Sleep
Kurt Vonnegut
Çeviren: Kıvanç Güney
April Yayıncılık
Mayıs 2011 (1. basım)
310 sayfa

Ölümlüler Uyurken, Kurt Vonnegut'un yazarlık hayatının başlarında yazdığı on altı öyküyü bir araya getiren bir kitap. Dave Eggers, yazdığı önsözde Vonnegut'un öykücülüğünden, bu kitaptaki öyküleri nasıl bir ortamda yazdığından ve Vonnegut ile çağdaşlarının öykülerinin günümüz yazarlarına göre nasıl farklı olduğundan bahsediyor. Ray Bradbury öykülerinin bende bıraktığı dayak yeme hissini Vonnegut öykülerinden almış Dave Eggers. Bu kitaptaki öyküler, Vonnegut'un kariyerinin başlarında, çeşitli dergilerde yayımlanmak üzere yazdığı  ve (Eggers'ın dediği üzere) "fare kapanı" denebilecek öyküler. Yani, her bir öykünün kurgusu, karakterleri sadece sonuca ulaşmak için birer araç olarak kullanılmışlar; günümüzün fotogerçekçi öykü yaklaşımında bu tarz öykülere çok rastlanmıyormuş. Ayrıca Vonnegut, bu öyküleri yazdığı sırada bir şirketin halkla ilişkiler bölümünde çalışıyormuş; öykülerinde para kazanma, zengin olma, maddi başarı temalarını bol bol kullanmasının nedeni budur belki.

Bu kitapta da ufak dizgi hataları var, imla hataları var (de edatı ile -de ekinin karıştığı bir sayfa bile var) hatta kimi anlatım bozuklukları da bulunuyor. Ama artık derin bir nefes alıp görmezden geliyorum böyle şeyleri.

Kitaptaki öyküler genel olarak çok keyifli. Vonnegut'un yarattığı renkli karakterler arasında bir buzdolabı ile şehir şehir gezen bir adam, model trenlerinden kopamayan bir adam, oğluna çok bağlı bir kadın, çok zengin bir kadın, zenginlerden nefret eden bir kadın, Noel'den nefret eden bir adam... var. Öykülerin hatrı için abartılmış özellikleri var elbette ama bütün karakterler çok gerçek, hep gördüğümüz insanlar gibiler. Ve bütün bu gerçek karakterlerin içinde en çok şu ikisini sevdim:
"Fabrika sokağından ana kapıya, dışarıdaki Acme Grille'ye doğru salına salına yürüyen adamların ikisi de gamsız, hırsa yenik düşmemiş adamlardı. Üst düzey yöneticilerin yapıldığı o paha biçilmez malzemeden onlarda olmadığı ikisine de gayet net olarak gösterilmişti. Bu yüzden, etraflarındaki gözlerini kocaman açmış didişip duran bir sürü adamın aksine, onlar rahat ve pahalı olmayan şeyler giymekte, istedikleri zaman kahve içmeye gitmekte özgürdü."

20 Aralık 2013

Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi


Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi 1
Yayın Yönetmeni: Bülent Akkoç
Atılgan Yayınları
Ekim 1999 (1. basım)
199 sayfa


İç kapağındaki başlığı ile Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi 1 isimli bu kitap, on bir ayrı bilim kurgu öyküsünü bir araya getiriyor. Ekim 1999 tarihli bu kitabı yayımlayan Atılgan Yayınevi, belli ki adını Star Trek'ten almış ve en azından 1996'dan itibaren üç yıl boyunca aynı isimli bir de bilim kurgu dergisi çıkarmışlar. Türkiye'de bilim kurgu sevgisinin yükseldiği dönemde ortaya çıkan, ne yazık ki ayakta kalamayan yayınevlerinden biri sanırım Atılgan Yayınevi.

Bu öykü seçkisini çok sevdiğim sahafım Faruk Bey bulmuş; esas dikkatini çeken ise öykülerden çok, kitabın sonunda yer alan Türkçe Bilimkurgu Kitapları Kaynakçası olmuş. -Bu çok önemli kaynakça ile ilgili birtakım planlarım var, ilgilenen olursa seslenmekten hiç çekinmesin.-

Kitaba gelirsek, on bir öykünün her biri için küçük notlar aldım okudukça ama bu yazıyı yazarken hepsinden tek tek bahsetmemeye karar verdim, dikkatimi çeken birkaç öyküden bahsetsem yeter, değil mi? Öyküleri bulunan yazarlar -öykülerinin sırası ile- şöyle: Brian Aldiss, Alfred Bester, Arthur C. Clarke, Robert Sheckley, Cordwainer Smith, H.G. Wells, Paul Ernst, Gordon R. Dickson, Richard Matheson, Mack Raynolds ve Ban Jeapes. Adlarını ilk kez duyduğum yazarların yanında Bester, Clarke, Wells gibi çok sevdiğim yazarlar var. Her öyküden önce, yazarı ile ilgili 1-2 sayfalık bilgiler verilmiş. Tanımadığım yazarlar için bir şey diyemiyorum ama tanıdığım yazarların bilgilerinde bazı hatalar gözüme çarptı. Zaten kitabın genelinde (baskı kalitesi, dizgi...) bir amatörlük göze çarpıyor ama beni çok rahatsız etmedi. Öykülerin çevirileri de farklı imzalar taşıyor. Sadi Konuralp iki öykü çevirmiş. Kitabın yayın yönetmeni olan Bülent Akkoç'un bir çevirisi var. Diğer çevirmenler ise: Yüce Atıl, Ayşe Gorbon, Barış Emre Alkım, Savaş Murat Alkım, Zeynep Akkuş, Erol Tulay ve Emrah Göker.

Kitapta en sevdiğim öykü, Cordwainer Smith imzalı Güneşsiz Bir Denize Doğru oldu. 23 yaşındayken politika bilimi alanında doktorasını tamamlayan yazar, romantik bir atmosferde Xanadu gezegeninin güç sarhoşu yöneticisi Kuat ile, Vasıta Lordu Kemal bin Permaiswari arasındaki gergin ilişkiyi anlatıyor. Ve evet, öyküyü okurken "acaba karakterin adı gerçekten Kemal mi diye merak ettim, az önce İngilizce yazımından kontrol edip öğrendim, gerçekten Kemal.

Beni çok şaşırtan bir biçimde, kitaptaki en sevmediğim öykü Arthur C. Clarke'ın Uzay Yolculuğu Yasak adlı öyküsü oldu. Alfred Bester'in Muhammed'i Öldüren Adam'ı, yazardan bekleyeceğim üzere yine intikam güdüsü içeriyor. H.G. Wells, Olağanüstü Bir Olay: Davidson'un Gözleri adlı öyküsü ile uzay/mekan bükülme teorisine uzaklardan el sallamış. Kitapta nüfus kontolü, uzay yolculuğu, zaman yolculuğu, zaman paradoksları... Her şey var. Hatta Marksist bir yapay zeka bile var!

14 Aralık 2013

24. Yüzyılda Cinayet (Yıkıma Giden Adam)


24. Yüzyılda Cinayet - The Demolished Man
Alfred Bester
Çeviren: Selma Mine
Deniz Kitaplar Yayınevi
Aralık 1983 (1. basım)
246 sayfa

Aralık ayının ilk yarısı çok verimsiz geçti benim için. Sıfırın altında süregiden sıcaklık, can sıkıcı hava derken kitap okuma hevesim kaçtı biraz. Böyle zamanlarda okumak için inat etmeyip kendi haline bırakınca daha çabuk geçtiğini düşündüğüm için çok üstelemedim ben de. Yavaş yavaş okuyorum, olduğu kadar. Varlığını uzun zamandır bildiğim, geçenlerde kitapçımda görünce "aa bu kitabı okumak istiyordum" diye aldığım bir kitap var, Kaybolan Sesler - Dünya Dillerinin Yok Oluş Süreci. Bu kitaba başladım, konu çok ilgimi çektiği halde bir türlü ilerleyemediğimi fark edince şimdilik bir kenara bırakıp daha sürükleyici kitaplara yönelmek istedim. Kaplan! Kaplan! ile tanıyıp çok sevdiğim Alfred Bester'in 24. Yüzyılda Cinayet'i ile denedim şansımı. Normalde bir oturuşta bitirmem gereken bu kitabı da ancak üç günde okudum, ama hiç yoktan iyidir!

24. Yüzyılda Cinayet (Orijinal ismi ile The Demolished Man, Türkçe çevirilerindeki diğer isimleri ile Anarşist ya da Yıkıma Giden Adam) Bester'in yayımlanan ilk romanı. Roman, ilk kez 1953 tarihinde yayımlanmış. Benim kitaplığımdaki baskısı ise 1983 tarihli, Selma Mine çevirisi ile Deniz Kitaplar Yayınevi tarafından yayımlanmış. -Çevirmen Selma Mine, çok değişik bir insana benziyor. Bkz: Kişisel web sitesi- Eski kitaplardaki çeviri dilini çok sevdiğim halde, bu kitabın çevirisini başarısız buldum, dizgi hatası olamayacak kadar bozuk cümleler var ve bunlar kitabın akışını bozuyor bence. Deniz Kitaplar ise, bir süre güzel kitaplar yayımladıktan sonra ortadan kaybolan onlarca yayınevinden biri olmuş anladığım kadarıyla. Kitabın sonundaki listede çok iyi kitaplar var, elbette çevirilerinin başarısı konusunda bir fikrim yok.

24. Yüzyılda Cinayet, insanların güneş sistemine yayıldığı bir gelecekte, 24. yüzyılda geçiyor. (A-aa?!) Zihin okuyabilen telepatların (Esperler) her kademede -çoğunlukla önemli alanlarda- görev aldığı, suçun çok azaldığı bir toplum oluşmuş. Yeteneklerine göre üç seviyeye ayrılan Esperler, polis teşkilatında, devletin çeşitli kademelerinde, büyük şirketlerde çalışıyorlar ama öncelikle Esper Loncası adlı birliğe bağlılar ve zihin okuma yeteneklerinin kullanımı için Hipokrat Yemini gibi bir yemin etmeleri gereken, katı kurallara tabi tutulan, birbirine çok bağlı bir topluluklar.

Esperlerin zihin okuma gücünün yaygın kullanıldığı toplumda uzun yıllardır cinayet gibi büyük bir suç işlenmemişken, Dünya gezegeninin en zengin insanlarından biri olan Ben Reich bir cinayet işlemeye karar veriyor. Sürekli tekrarlayan kabusları nedeniyle 2. sınıf bir Esper'den destek alan Reich, kabuslarından kurtulamayınca bilinçaltını da okuyabilecek 1. sınıf bir Esper'e gidiyor. Bu sırada rüşvet verdiği, şantaj yaptığı çeşitli insanların da yardımı ile birlikte cinayet hazırlığı yapmaya başlıyor ve roman hareketleniyor!

Ben Reich'ın işlediği cinayet, psikotik polis bölüm başkanı Lincoln Powell'ın katili yakalama çabası ve birçok karakterin dahil olduğu kocaman bir kurgu ile ilerliyor roman. Telepat polis Powell, aman vermez katılığı ile Ben Reich'ı yakalamak için uç fikirler uyguluyor; suçlu yakalandığında ne olacağı hakkında ise ipucu verilmiyor uzun süre. (Ne olacağını elbette size söylemeyeceğim!) Bilinç ve bilinçaltı araştırmaları, telepatik diyaloglar, ilgi çekici bir gelecek kurgusu ile çok güzel bir roman 24. Yüzyılda Cinayet. Bir Philip K. Dick kurgusu olan (ve film uyarlaması da yapılan) The Minority Report ile benzer bir temaya sahip, fakat PKD'in kısa öyküsünden üç yıl önce yayımlanmış. Çeviri nedeniyle biraz sıkıntı verse de severek okudum bu kitabı; yine de Kaplan! Kaplan! daha çok heyecanlandırmıştı beni. Bu romanı Kaplan! Kaplan!'dan önce okusam çok daha fazla beğenirdim sanırım.

24. Yüzyılda Cinayet'in baş karakteri Ben Reich da, Gully Foyle (Kaplan! Kaplan!) gibi çok hırslı bir karakter ve güdüleyen nedenleri farklı olsa da bir intikam peşinde koşuyor. Ben Reich'ın görünür tepkileri ile birlikte bilinçaltını da işlemiş Bester ve kitap boyunca gölgesini hissettiğimiz Suratı Olmayan Adam'ı ancak kitabın sonunda görebiliyoruz. Reich'ın kazanma, öldürme, kendini koruma çabaları kitabın iskeletini oluşturmuş; bu iskeletin etrafındaki karmaşık kurguda bütün bir toplumsal sistemi, suç ve ceza yaklaşımını; telepati kullanımının sosyal sonuçlarını ince ince işlemiş Bester.

Son olarak, kitaptan bir alıntı:
- Başlayın, Bay Reich.
- Yine Suratı Olmayan Adam.
- Karabasan mı?
- Sen, kan emici sülük herif, düşüncelerimi oku ve kendin bul! Evet, yine karabasan! Bir bankayı soymaya çalışıyordum. Sonra bir trene yetişmeye uğraştım. Birisi şarkı söylüyordu. Ben olduğumu sanıyorum. Elimden geldiği kadar bilgi vermeye çalışıyorum. Bir şey unuttuğumu sanmam...

1 Aralık 2013

Kasım ayı güncellemesi

Son iki haftadır buralarla pek ilgilenemedim. "Mevsim geçişi geleneksel soğuk algınlığı haftası" diye bir şey var, her yıl mutlaka şenlikler eşliğinde uğrar bana. Böylece kasım ayının birkaç gününü "hastayııım, başım ağrıyor, nefes alamıyorum, ay ateşim var galiba" mızıldanmalarıyla geçirdim. Tam olarak iyileşmeden Ankara'ya gidince ve Ankara'da bana sürpriz yapan buz gibi rüzgarlı havaya bolca maruz kalınca eve dönüp iki gün daha yattım. Bu arada, elbette istediğim hızda okuyamadım, günlerce elime kitap almadığım oldu.

Bir de araya "The Day of the Doctor" girdi, Doctor Who 50. yıl özel bölümü heyecanı birkaç gün önceden başladı; birkaç Whovian arkadaşımla sürekli birbirimizi gaza getirmelerimiz sonucu bölümün yayımlanmasının ardından bir hafta kadar devam etti. Kitap okuyacak kadar kendinde olmayan bünyem, Doctor Who bölümlerini baştan izlemeye itiraz etmediğinden, evde olduğum günler boyunca eski bölümleri tekrar izledim, izlemeye devam ediyorum. Bir yandan da, çoook uzun zaman önce başlayıp yarım bıraktığım el yapımı, kendi tasarımım TARDIS çanta projeme geri döndüm; devam etmeye üşenme nedenim olan detayları azaltıp çantaya minimal bir yaklaşım kazandırdım. Henüz bitmedi, ama tamamlayabilirsem üretim süreci fotoğraflarıyla birlikte bir yazıyı hak edecek!

Okuma durumuma gelirsek, Son Tiryaki'den sonra sadece Aylak Adam'ı okudum. Okuduğum baskı, kitabın 1974 tarihli ikinci basımı; ilk baskısı bana "yok artık" dedirten fiyatlarla satılıyor. Nadir Kitap'tan baktım da, 1000 TL'ye kadar çıkan fiyatlar var. İkinci baskıyı da, görece ucuza almışım sanırım. Aylak Adam'ı bitirdim, ama hakkında bir yazı yazmayı düşünmüyorum, kitabın ve Yusuf Atılgan'ın hakkını veremeyeceğimden korkuyorum. Üstelik bu kitabı yeni okusam da, yıllar öncesinden gelen bir anısı var; geçmişe dalmadan tarafsız bir değerlendirme yapmam çok zor.

Durum böyleyken böyle... Şimdi, yıllardır okumak isteyip yeni satın aldığım Kaybolan Sesler - Dünya Dillerinin Yok Oluş Süreci'ni okuyorum. Akademik bir çalışma sonucu ortaya çıkmış, epey ciddi bir kitap olduğundan, çok hızlı ilerleyemiyorum. Yine yıllık okuma hedefimi tutturamayacağım!