3 Ağustos 2013

Hayatım...


Hayatım... Otobiyografi - An Autobiography
Agatha Christie
Çeviren: Azize Bergin
Altın Kitaplar Yayınevi
Nisan 2009 (1. basım) 
608 sayfa

Çok sevdiğim yazar Agatha Christie'nin otobiyografisi olan Hayatım...'ı keyifle okudum. Christie bu kitap üzerinde yaklaşık on beş yıl çalışmış ve ölümünden bir yıl önce, 1975'te tamamlamış. Kitap boyunca tarihleri çok fazla belirtmemiş; özellikle merak ettiğiniz olayların tarihini yazarın wikipedia sayfasında bile bulabilirsiniz sanırım. Agatha Christie'nin hayatı ile ilgili en büyük gizem olan (1926 yılında gerçekleşen) "kayboluş" olayından hiç bahsetmiyor kitapta. Irak'taki antik kent Nimrud'da bir kerpiç evde yaşarken yazmaya başladığı otobiyografi; çocukluğunu, gençliğini, evliliklerini ve yaşlılığını oradan oraya atlayarak anlatıyor. Bu serbest yazım bence çok keyifli, kitabın akıp gitmesini sağlıyor. Bana, hafifçe "Bir Dinozorun Anıları"nı da hatırlattı.

Victoria Devri'nin sonlarında doğan Agatha Christie (doğum adı ile Agatha Clarissa Mary Miller) bu dönemin alışkanlıklarına sahip bir aile içinde, genellikle mutlu bir çocukluk geçirmiş. Uyumlu bir baba, yaratıcı bir anne, enerji dolu abla ve ailenin sorunlu çocuğu abi (ki, abisinin başkalarının gözünde başarısız gözükmesine rağmen, kendi bildiği gibi ve mutlu bir hayat sürdüğünü düşünüyor Christie) ve hizmetçiler, büyükanneler, yakın dostlar (aralarında Rudyard Kipling de varmış) ile dolu, Ashfield malikanesinde büyümüş. Yatılı okulda okuyan ablası ve genellikle evden uzakta olan abisi pek ortalıkta gözükmediklerinden; dadıları, evcil hayvanları ve en önemlisi hayalî arkadaşlarıyla vakit geçirmiş. Yetişkinlik döneminde de olduğu gibi, kendisini konuşarak ifade etmeyi pek beceremeyen ve bu yüzden -aile içinde- "ağır" olduğu söylenen Christie, zengin hayal gücünün o günlerde yarattığı karakterleri ve maceraların çoğunu hatırlayıp kitabında anlatıyor.

Christie'nin çocukluğu ile ilgili anlattıklarından en çok bebek evini sevdim. Çeşitli örneklerini filmlerde, dizilerde, internette gördüğümüz bu bebek evleri için, o günlerde her türlü eşya ve insan figürleri satılıyormuş; yemekler, mutfak eşyaları, mobilyalar, tuvalet masaları, lambalar ve vazolar... Bizim Sims oyununun çok daha fazla emek isteyen ve keyifli bir erken versiyonu!

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını yaşayan Christie, Birinci Dünya Savaşı'nda hemşire ve eczacı olarak çalışmış; İkinci Dünya Savaşı'nda ise damadını kaybetmiş. Damadının ölümü ve ilk eşinden boşanması; kitapta bahsettiği nadir üzücü konulardan. Genel olarak hayatındaki güzel anıları ve olayları hatırlayıp yazmış; bunları tekrar yaşamaktan çok keyif almış. Bense, kitap boyunca kendisi ile ilgili anlattıklarından "aaa ben de öyle!" diyecek yerler bulup mutlu oldum. Örneğin, gençliği ile ilgili anılarını anlatırken şöyle diyor:
"Ben ise tam aksine, bu açıdan biraz da babama benzediğim için, bana eğlenceli bir olay yaşayıp yaşamadığım sorulduğunda hemen, "Hiçbir şey olmadı," derdim. "Bayan falanca, partide ne giymişti?" "Hatırlamıyorum" ... Ben genelde, her şeyi kendime saklamaya devam ettim. Sıkı ağızlı olmak istediğimi sanmıyorum. Sadece pek çok şeyin önem taşımadığını düşünüyordum; peki o zaman neden bu önemsiz şeylerden söz etmeli ki?"
İşte, annemin 30 yıl boyunca şikayet ettiği şey... Ne gerek var ki? Bir de, Christie kitaplarını (ya da taslaklarını) dikte ettirirken, yanına kızı geldiğinde doğru düzgün bir cümle bile kuramadığını anlatıyor. Sınavda tepesine öğretmen dikildiğinde hiçbir şey yazamayan öğrenciler gibi! (Bu yazıyı yazarken odaya annem girdi, bir şeyler alması gerekiyordu ve o çıkana kadar tek kelime yazmadan boş boş ekrana baktım.) Kendimi Agatha Christie'ye benzetirken, biraz da o büyük hayal gücüne sahip olsaydım ne iyi olurdu! Christie'nin tüm Jules Verne romanlarını Fransızca okumasını ise çok kıskandım.

Agatha Christie bol bol seyahat etmiş, çocukluğunda bir süre yaşadıkları Fransa dışında, tek başına bir Doğu seyahatine de çıkmış böylece ikinci eşi Max Mallowan ile tanşmış ve arkeoloji hakkında birçok bilgi edinmiş. Doğu Ekspresi ile gerçekleştirdiği ilk seyahatini, İstanbul'da geçirdiği süreyi de anlatan yazar, bir de trende tanıştığı bir kadından bahsediyor:
"Tek çocuklu hem de kız çocuklu olduğum için kendimi aşağılanmış gibi hissediyordum. Güleç yüzlü Türk hanım, anlayabildiğim kadarıyla tam on üç çocuk doğurmuştu, bunların beşi ölmüştü ve en az üç kez, belki de dört kez düşük yapmıştı."
Kitabın sonlarına doğru ise, kocası Max'in (İkinci Dünya Savaşı sırasında) Türk Yardım Heyeti'nde çalıştığını söylüyor. Irak'taki kazı alanlarında uzun süre yaşayan yazar, bu coğrafyayı çok sevmiş.

Bence Agatha Christie ile ilgili çok ilginç olan detaylardan biri de, yıllar boyunca (birkaç kitabı yayımlandıktan ve çok sattıktan sonra bile) kendisini bir yazar olarak görmemiş, polisiye romanlar yazmayı boş vakitlerinde yaptığı bir ek iş olarak nitelemiş. Zaten, çocukluğunda "ben büyüyünce yazar olacağım" dememiş hiç. Agatha Christie okuyup sevdiyseniz, otobiyografisini de keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Tabii, Altın Yayınlarının özensiz, bol yazım hatası (hatta anlatım bozukluğu) dolu basımını göz ardı edebilirseniz...

Bu arada, geçen ay Yazar Ayları için Agatha Christie okunacaktı, yetişemedim. Ayrıca, bu bloga başladığımdan beri hiç otobiyografi okumadığımı fark ettim, neyse.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, türü kurgu olmayan bir kitap. 20 Puan!

2 yorum: