28 Haziran 2013

Gölgesizlerin Tutkulu Dansı

 
Gölgesizlerin Tutkulu Dansı - Thief of Hearts
Tess Gerritsen
Çeviren: Laden İldeniz
Martı Yayıncılık
Mart 2013 (1. basım)
336 sayfa

Çelişkili duygular içinde geçip giden Haziran ayı, bizim Yazar Ayları etkinliğine pek iyi gelmedi. Daha önce, seçilen yazarın hangi kitabını okusam diye uzun uzun düşünürken, bu ay neredeyse hiç okumayacaktım. Ama iki gün önce bir marketteki kitap reyonuna bakarken Tess Gerritsen'in daha önce adını duymadığım bir kitabını gördüm ve "Amaan, alıp okuyayım işte" diyerek aldım. Böylece, bu yılın 'öyle bir çoksatan ki, keşke okumasaydım öfff neyse...' kotasını doldurmuş oldum.

Geçen yaz, Gerritsen'in Cerrah serisini severek okumuştum; Gölgesizlerin Tutkulu Dansı, o serinin yanında çok yavan gelen konusu ve henüz yirminci sayfada iken tahmin ettiğim sonucu ile hayal kırıklığı oldu benim için. Öncelikle, bu kitap bir tıbbi gerilim değil, sıradan bir macera romanı. Kurgusu, karakterleri, konunun gelişimi bu tür kitapları hiç okumamış biri için ilginç olabilir ama bana yeni bir şey sunmadı.

Kitabın konusu, orta halli bir Hollywood filminden hallice... Zor durumdaki bir kadına yardım etmek için başını derde sokan yakışıklı burjuva, bu sırada karşılaştığı çekici fakat sabıkalı kadın; ikisinin tutku ve heyecan dolu macerası! Tanıtımını görüp izlemekten vazgeçeceğim bir film gibi.

Bir çırpıda okuduğum Cerrah serisi ve üç sezonunu keyifle izlediğim Rizzoli & Isles nedeniyle, Tess Gerritsen hakkında beklentilerim çok yüksekti. Bu kitap bütün beklentilerimi boşa çıkardı; hem konusu ile, hem de Martı Yayıncılık'ın bol imla/dizgi hatalı özensiz baskısı ile. Sonuç olarak, Tess Gerritsen okuyacaksınız Cerrah serisini şiddetle önermekle birlikte, Gölgesizlerin Tutkulu Dansı'ndan uzak durmanızı tavsiye ederim.

25 Haziran 2013

Dracula


Dracula
Bram Stoker
Çeviren: Niran Elçi
İthaki Yayınları Cep Serisi
Ağustos 2012 (1. basım)
506 sayfa

Önce şunu belirteyim, güneşe çıkınca (kafasına sim boca edilmiş, küçük gelinlikli küçük kızlar gibi) parıldayan yeni dönem vampirlerden hiç hazzetmiyorum! Buffy The Vampire Slayer, Angel, hatta Moonlight gibi dizileri severek izledim. Son yıllarda ise (ergen dizisi olduğunu kabul etmekle birlikte) yalnızca Ian Somerhalder'ın varlığı dolayısıyla bolca The Vampire Diaries izledim, bunu spin-off'u olan The Originals'ı ise Joseph Morgan dolayısıyla izleyeceğim. Parlak vampirleri hiç sevmesem de; agresif, vahşi ve fakat seksi vampirleri izlemeye hiç itirazım yok! (The Vampire Diaries yeterince vahşet içeriyor diye kendimi avutuyorum.)

Son birkaç yıldır yükselişte olan vampir fenomenine kayıtsız kalmak mümkün değil. Vampirlere yer veren yeni dönem kitapların hiçbirini okumamış olsam da, diziler ve filmler aracılığı ile hayatıma girdi vampirler. Her dizide, filmde farklı nitelikler yüklenmekle birlikte, temelde değişmeyen "vampir olma gerekleri" var. Kan içerek besleneceksin, güneş ışığından bir şekilde etkileneceksin, cinsel caziben yüksek olacak. Korku filmlerinde şişman ve gözlüklü karakterin hemen ölmesi gibi vampir filmlerinde de kısa, şişman, çirkin olanlar vampire dönüştürülmüyorlar; yalnıza beslenmek amacıyla kullanılıp, zaman zaman öldürülüyorlar. Vampirler adeta "taş gibi bir arı ırk" yaratma peşindeler, bilemedim...

Hal böyleyken, yazılmış ilk kaydadeğer vampir romanını (yanılıyorsam düzeltin...) okuyayım, vampirlerin edebiyat sahnesine çıkışlarını kendim öğreneyim istedim. Dracula ilk kez 1897 yılında yayımlanmış ve kitabın atmosferi Viktorya dönemi İngilteresini yansıtıyor. Bram Stoker'ın yazar olarak ünlenmesini de bu kitap sağlamış. Popüler vampir temalarında sıkça karşılaştığımız "özünde iyi ama, güdüleri dolayısıyla vahşi davranıyor zavallı" yaklaşımının aksine, bu eserdeki karakterler salt iyi ya da kötü. Herbiri, diğerinden daha düşünceli, iyi niyetli, ahlaklı karakterlerin karşısında vahşeti ve şehveti temsil eden vampirler var. Bunun yanında "iyiler" de, her birine yüklenen karakteri taşıyorlar roman boyunca. Kas gücünü, bilimi, bilim ile 'bilinmeyen' arasındaki köprüyü temsil eden karakterler roman boyunca değişmeden ilerliyorlar. Vampiler ise, bugün bildiğimiz özellikleri daha yalın halde taşıyorlar; karşılarındaki masum kişilerde uyandırdıkları şehvet duygusu, vahşeti artırıyor; gündüz saatlerinde hareketsiz ve savunmasız kalıyorlar, kanları ile beslendikleri insanlar ölünce onlardan biri oluyor.

Korku türünün hakkını veren anlatımı ve atmosferi; dinlere, mitolojiye, tarihe göndermeleri ile okurların kaçırmaması gereken klasik eserlerden biri Dracula. Özellikle Twilight hayranı kardeşleriniz, yeğenleriniz, kuzenleriniz varsa kendilerine hediye edebilirsiniz bence!

19 Haziran 2013

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları



Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları - Miss Peregrine's Home for Peculiar Children
Ransom Riggs
Çeviren: Fethi Aytuna
Sayfa6 Yayınları
2013 (1. basım) 
358 sayfa

Ransom Riggs'in yazdığı Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları, Türkçe baskısında "En İyi Genç Yetişkin Romanı, amazon.com" şeklinde etiketlenmiş, ilgi çekici bir kitap.

Ankara'da tanıdığım en harika insanlardan biri olan Pınar'ın hediye ettiği bu kitabı, daha önce önerdiği tüm kitaplarda olduğu gibi, hevesle okudum. Tam da kitabı okumaya başlayacağım gün, kuzenlerimden biri (benim sanırım 700 kadar kuzenim var) bu kitabın fotoğrafını çekip Facebook'a eklemiş, "Johnnyciğim beğendiyse ben bu kitabı okurum" diye de not düşmüş. Sandım ki, çok meşhur bir kitap ve ben bir şekilde kaçırmışım; hemen kuzenime sordum. Meğer, Tim Burton kitabı çok sevmiş ve film yapalım diye Johnny Depp'e götürmüş, o da çok beğenmiş. "Hımm" dedim, çünkü Tim Burton ne yapsa severek izliyoruz! Pınar da kitabın ve kitaptaki fotoğrafların hikayesini anlatmıştı, bütün bunlar bir araya gelince kitabı büyük bir merakla açtım ve daha ilk bölümünde, çok keyifli şeyler okuyacağımı fark ettim.

Zengin bir ailenin ergenlik sorunları ile boğuşan oğlu Jacob, baş karakterimiz. Küçük Jacob'a dedesinin anlattığı hikayeler, çocukluğunda gerçek ve korkutucu gelirken; büyüdükçe bu hikayelere inanmamaya başlar ve dedesinin zorlu bir hayata ancak bu hikayeleri yaratan hayalgücü ile katlanabildiğini düşünür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sağ kurtulan dedesi ise, bir dolap dolusu silah ile yaşadığı evinde "canavarlar"dan korkmaktadır ve bütün aile dedenin yaşlandıkça paranoyaya teslim olduğuna, gerçekdışı hayallerle yaşadığına inanır.

Dedesinin ani ölümü ile yıkılan; son sözlerini anlamlandırmaya çalışırken tamamen kafası karışan Jacob ailesini ikna eder ve babası ile birlikte, dedesinin yıllar önce yaşadığı yetiştirme yurdunu bulmak üzere Birleşik Krallık'taki küçük bir adaya giderler. (Olayların hareketlendiği, gerilim dozunun arttığı bu noktadan sonra Tim Burton'ın bu kitabı film yapma isteğini heyecanla karşıladım. Olası bir film ile ilgili beklentim çok yüksek!)

Dedesinin geçmişini araştıran Jacob, küçük ada kasabasında aradığından fazlasını bulur. Dedesinden dinlediği hikayeleri, gördüğü gerçeklerle birleştirir ve kendini heyecanlı, gerçek dışı bir maceranın içinde bulur.

İyi ile kötünün bilindik savaşını, eğlenceli ve aynı zamanda gerilimli bir kurgu içinde anlatan kitabı severek okudum. İyiler ve savaştıkları kötü varlıklar net bir çizgi ile ayrılsa da, Jacob'ın babası gibi yan karakterlerin varlığı ve bu karakterlerin olağan sorunları güzel detaylar oluşturmuş; türünün güzel bir örneği olmuş.

Burada da, yazarın The Huffington Post sitesinde yer alan, kitaptaki fotoğraflarla ilgili yazısı var.

16 Haziran 2013

Bilimkurgu Öyküleri


Bilimkurgu Öyküleri
Editör: Koray Özer
Remzi Kitabevi
Şubat 2005 (1. basım) 
270 sayfa

Remzi Kitabevi tarafından, 2005 yılında yayımlanan bu öykü derlemesi Türkiye Bilişim Derneği (TBD) Bilişim Dergisi tarafından düzenlenen Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda 1998-2004 yılları arasında derece alan eserlerden oluşuyor. Benim için bu kitabın en önemli yanı, Türk bilim kurgu yazarlarını tanıma fırsatı vermesi idi. Gerçi, öykü yazarları hakkında yüzeysel bir araştırma yaptım (yani, isimleri Facebook'ta aradım) ve Müfit Özdeş dışında yalnızca bir öykü sahibinin kariyerine yazar olarak devam ettiğini öğrenip üzüldüm.

Onlarca bilim kurgu kitabı okuyunca, kitaptaki birçok öyküdeki temayı ya da kullanılan ögeleri daha önce okuduğum kitaplara benzetmekten kendimi alamadım, fikirlerin tamamı özgün olmasa da Türkiye'de bilim kurgu yazan insanların var olduğunu bilmek çok güzel.

Gelelim kitaba... Seçkide yer alan on beş öyküden iki tanesini çok sevdim, dokuzunu sevdim, bir tanesi hakkında kararsızım ve yalnızca üçünü sevmedim. Her öyküyü, bir cümleyle de olsa anlatmak istiyorum.

İlk öykünün adı Kontrol, Serdar Hamdi Semiz tarafından yazılmış ve yarışmanın 1998 yılı birincisi. Tüm dünyanın tek bir ülke olarak birleştiği ve birçok rutin işin yönetiminin merkezî bir bilgisayar ile idare edildiği gelecekte, bu sistemin arızalanmasını anlatıyor. Yapay zeka kavramına ve ilerlemesine olan bakışını sevdim.

1998 yılı ikincisi olan Mithradates adlı öykü, H. Mükremin Barut tarafından yazılmış. 2043 yılında geçen öyküde, bundan tam da 30 yıl önce (bugün!) ortak dünya devletinin kurulduğunu varsaymış yazar. Zaman yolculuğunun mümkün olduğu bu geleceğin öyküsü benim için fazla romantik, sevemedim.

Lami Tiryaki'nin yazdığı (1998 yılı beşincisi) Sıfır Noktası ise "Konya çıkışından Pozantı istikametine..." şeklinde başlayan (bilim kurgu edebiyatında görmeyi hiç beklemeyeceğim) bir cümle ile beni şaşırtsa da, devamını severek okudum. Post-apokaliptik öykünün kurgusu bence çok başarılı.
"Büyüyen sanayi kuruluşları hızla birleşiyor, kartelleşiyor ve küçük grupları yutuyorlardı. Oluşan karteller yönetici sathında kendi egemen sınıflarını oluşturuyor, karşı tarafta ise tamamiyle bu sınıfa muhtaç, onların kendilerine tanıdığı iş olanakları kadar yaşama hakkına sahip, çalışan kesimler çoğalıyordu."
Şükran Tunç'un yazdığı Döngü, 2000 yılında üçüncülük almış. 'Grotesk' diye nitelendirebileceğim anlatımını pek sevmedim.

2001 yılında birinci olan Firar, Müfit Özdeş imzalı. Homo Mechanicus türünün domine ettiği gelecekte, bir hayvanat bahçesinde geçen öykü, Asimov'u ve Üç Robot Yasası'nı refere etmesi ile kalbimi kazandı! Tutarlı bir gelecek kurgusu ve üzerinde düşünülmüş karakterleri ile, bence, çok başarılı bir öykü.

Ziusudra'nın Gemisi ise Levent H. Şenyürek tarafından yazılmış, 2001 yılı ikincisi olmuş. Bir araştırma gemisinde geçen öyküde, çok uluslu mürettebatın keşfettiği birtakım kutuların sırrı araştırılıyor. Çok güzel çözümlenmiş olan bu öyküyü de severek okudum.

Uzun bir öykü olan 13. Gökdelen, Ömer Serhan Turan tarafından yazılmış ve 2001 yılında dördüncü olmuş. Detaylı bir komplo teorisi anlatan öykünün ilerleyişi hoş olsa da, konunun sonlandırılması bence başarılı değil ve pek sevemedim.

Yine 2001 yılında yarışıp beşinci olan Derin Uyku'nun yazarı Rafet Arslan. Bu öyküde yer alan Marilyn isimli bilgisayar ve öykünün geneli bana 2001 A Space Odyssey'i ve HAL'i çok hatırlattı ve genel olarak sevmedim.

2002 birincisi olan ve Beyazıt H. Akman tarafından yazılan Gelecekten Gelen Notlar, çok basit anlatımına rağmen çok başarılı bir fikir üzerine inşa edilmiş ve çok beğendim.

Arıza, 2002 yılı ikincisi ve Ümit Yaşar Özkan imzalı. Çok kısa olan bu öykü, yapay zekaya yaklaşımı ile çok güzel.

Akın Başal'ın öyküsü İçerdekiler ve Dışardakiler, 2002 yılında üçüncü olmuş. Roman ya da kısa romana (Novella? Novelette?) dönüştürülse keyifle okunacak, güzel bir öykü. Doğaya verilen geri dönülemez hasarın ardından, su altındaki yapay ortamlara çekilen insanları anlatıyor ve kitaptaki en sevdiğim öykülerden biri oldu.

Bul Beni Bebek, 2003 birincisi ve Mehmet Emin Arı imzalı. Kendi kendini geliştiren bir bilgisayar virüsünü anlatan öyküyü çok beğendim.

2003 yılında ikinci olan Yeni Başlıyor, Hüseyin Tuğrul Atasoy tarafından yazılmış. Dış uzayda kolonileşme hakkındaki öykü bana birazcık Rama'yı anımsatsa da başarılı bir kurguya sahip.

Özcan Güler imzalı Hasta, Kırık Boynuzlar 2003 yılı üçüncüsü. Yazılımlar, şifreler, şifre çözücülerden bahseden öykü bence başarılı.

Kitaptaki son öykü Aşkın Güngör'ün yazdığı ve 2004 yılı birincisi olan Sevgilim Dans Edelim mi? Uzak bir gezegende geçen öykü, simgesel ve sert anlatımı ile, seçkinin çok çok beğendiğim ikinci öyküsü oldu.

Bu güzel seçkinin baskısı yoktur ve ancak sahaflarda bulunabilir diye düşünüyorum. Bulursanız mutlaka alın ve on beş güzel bilim kurgu öyküsünü kitaplığınıza ekleyin.

13 Haziran 2013


Birçoğumuz gibi; günlerdir yaşananları kaygıyla, umutla, korkuyla ve (ne zaman "büyükler" bir açıklama yapsa) hayretle izliyorum. 31 Mayıs gecesinin geç saatlerinde Tunalı'da (şimdiki adıyla Tomalı Hilmi diyoruz ya...) gördüğüm manzara, kurulan barikatlardan arta kalan alevler post-apokaliptik bir film setinden kalmış gibiydi. O görüntü karşısında hissettiğim ürperti hâlâ geçmedi. Aksine; televizyonu açtığımda, ana akım medyanın gazetelerini, web sitelerini okuduğumda, twitterda yazılanlara baktığımda gittikçe artıyor.

Şu anda Eskişehir'deyim ve burası günlerdir olaysız. Medyayı ve sosyal medyayı takip ettikçe zıplayan sinirlerimi, kendimi kitaplara vererek yatıştırmaya çalışıyorum. Öte yandan, hiçbir şey yokmuş gibi kitap yazıları yazmaya devam etmek zor geliyor. Yine de, televizyonu kapatıp kitaplarla uğraşmak daha iyi geldiğinden iki yeni yazı yayınlanmaya hazır, her şeyin daha iyi olacağı günü sabırla bekliyorlar. 

Taksim'deki, Gezi'deki, Gazi Mahallesi'ndeki, Kızılay'da ve Tunalı'daki binlerce arkadaşıma sevgiyle.