26 Aralık 2013

Ölümlüler Uyurken


Ölümlüler Uyurken - While Mortals Sleep
Kurt Vonnegut
Çeviren: Kıvanç Güney
April Yayıncılık
Mayıs 2011 (1. basım)
310 sayfa

Ölümlüler Uyurken, Kurt Vonnegut'un yazarlık hayatının başlarında yazdığı on altı öyküyü bir araya getiren bir kitap. Dave Eggers, yazdığı önsözde Vonnegut'un öykücülüğünden, bu kitaptaki öyküleri nasıl bir ortamda yazdığından ve Vonnegut ile çağdaşlarının öykülerinin günümüz yazarlarına göre nasıl farklı olduğundan bahsediyor. Ray Bradbury öykülerinin bende bıraktığı dayak yeme hissini Vonnegut öykülerinden almış Dave Eggers. Bu kitaptaki öyküler, Vonnegut'un kariyerinin başlarında, çeşitli dergilerde yayımlanmak üzere yazdığı  ve (Eggers'ın dediği üzere) "fare kapanı" denebilecek öyküler. Yani, her bir öykünün kurgusu, karakterleri sadece sonuca ulaşmak için birer araç olarak kullanılmışlar; günümüzün fotogerçekçi öykü yaklaşımında bu tarz öykülere çok rastlanmıyormuş. Ayrıca Vonnegut, bu öyküleri yazdığı sırada bir şirketin halkla ilişkiler bölümünde çalışıyormuş; öykülerinde para kazanma, zengin olma, maddi başarı temalarını bol bol kullanmasının nedeni budur belki.

Bu kitapta da ufak dizgi hataları var, imla hataları var (de edatı ile -de ekinin karıştığı bir sayfa bile var) hatta kimi anlatım bozuklukları da bulunuyor. Ama artık derin bir nefes alıp görmezden geliyorum böyle şeyleri.

Kitaptaki öyküler genel olarak çok keyifli. Vonnegut'un yarattığı renkli karakterler arasında bir buzdolabı ile şehir şehir gezen bir adam, model trenlerinden kopamayan bir adam, oğluna çok bağlı bir kadın, çok zengin bir kadın, zenginlerden nefret eden bir kadın, Noel'den nefret eden bir adam... var. Öykülerin hatrı için abartılmış özellikleri var elbette ama bütün karakterler çok gerçek, hep gördüğümüz insanlar gibiler. Ve bütün bu gerçek karakterlerin içinde en çok şu ikisini sevdim:
"Fabrika sokağından ana kapıya, dışarıdaki Acme Grille'ye doğru salına salına yürüyen adamların ikisi de gamsız, hırsa yenik düşmemiş adamlardı. Üst düzey yöneticilerin yapıldığı o paha biçilmez malzemeden onlarda olmadığı ikisine de gayet net olarak gösterilmişti. Bu yüzden, etraflarındaki gözlerini kocaman açmış didişip duran bir sürü adamın aksine, onlar rahat ve pahalı olmayan şeyler giymekte, istedikleri zaman kahve içmeye gitmekte özgürdü."

20 Aralık 2013

Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi


Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi 1
Yayın Yönetmeni: Bülent Akkoç
Atılgan Yayınları
Ekim 1999 (1. basım)
199 sayfa


İç kapağındaki başlığı ile Atılgan Bilimkurgu Öyküleri Seçkisi 1 isimli bu kitap, on bir ayrı bilim kurgu öyküsünü bir araya getiriyor. Ekim 1999 tarihli bu kitabı yayımlayan Atılgan Yayınevi, belli ki adını Star Trek'ten almış ve en azından 1996'dan itibaren üç yıl boyunca aynı isimli bir de bilim kurgu dergisi çıkarmışlar. Türkiye'de bilim kurgu sevgisinin yükseldiği dönemde ortaya çıkan, ne yazık ki ayakta kalamayan yayınevlerinden biri sanırım Atılgan Yayınevi.

Bu öykü seçkisini çok sevdiğim sahafım Faruk Bey bulmuş; esas dikkatini çeken ise öykülerden çok, kitabın sonunda yer alan Türkçe Bilimkurgu Kitapları Kaynakçası olmuş. -Bu çok önemli kaynakça ile ilgili birtakım planlarım var, ilgilenen olursa seslenmekten hiç çekinmesin.-

Kitaba gelirsek, on bir öykünün her biri için küçük notlar aldım okudukça ama bu yazıyı yazarken hepsinden tek tek bahsetmemeye karar verdim, dikkatimi çeken birkaç öyküden bahsetsem yeter, değil mi? Öyküleri bulunan yazarlar -öykülerinin sırası ile- şöyle: Brian Aldiss, Alfred Bester, Arthur C. Clarke, Robert Sheckley, Cordwainer Smith, H.G. Wells, Paul Ernst, Gordon R. Dickson, Richard Matheson, Mack Raynolds ve Ban Jeapes. Adlarını ilk kez duyduğum yazarların yanında Bester, Clarke, Wells gibi çok sevdiğim yazarlar var. Her öyküden önce, yazarı ile ilgili 1-2 sayfalık bilgiler verilmiş. Tanımadığım yazarlar için bir şey diyemiyorum ama tanıdığım yazarların bilgilerinde bazı hatalar gözüme çarptı. Zaten kitabın genelinde (baskı kalitesi, dizgi...) bir amatörlük göze çarpıyor ama beni çok rahatsız etmedi. Öykülerin çevirileri de farklı imzalar taşıyor. Sadi Konuralp iki öykü çevirmiş. Kitabın yayın yönetmeni olan Bülent Akkoç'un bir çevirisi var. Diğer çevirmenler ise: Yüce Atıl, Ayşe Gorbon, Barış Emre Alkım, Savaş Murat Alkım, Zeynep Akkuş, Erol Tulay ve Emrah Göker.

Kitapta en sevdiğim öykü, Cordwainer Smith imzalı Güneşsiz Bir Denize Doğru oldu. 23 yaşındayken politika bilimi alanında doktorasını tamamlayan yazar, romantik bir atmosferde Xanadu gezegeninin güç sarhoşu yöneticisi Kuat ile, Vasıta Lordu Kemal bin Permaiswari arasındaki gergin ilişkiyi anlatıyor. Ve evet, öyküyü okurken "acaba karakterin adı gerçekten Kemal mi diye merak ettim, az önce İngilizce yazımından kontrol edip öğrendim, gerçekten Kemal.

Beni çok şaşırtan bir biçimde, kitaptaki en sevmediğim öykü Arthur C. Clarke'ın Uzay Yolculuğu Yasak adlı öyküsü oldu. Alfred Bester'in Muhammed'i Öldüren Adam'ı, yazardan bekleyeceğim üzere yine intikam güdüsü içeriyor. H.G. Wells, Olağanüstü Bir Olay: Davidson'un Gözleri adlı öyküsü ile uzay/mekan bükülme teorisine uzaklardan el sallamış. Kitapta nüfus kontolü, uzay yolculuğu, zaman yolculuğu, zaman paradoksları... Her şey var. Hatta Marksist bir yapay zeka bile var!

14 Aralık 2013

24. Yüzyılda Cinayet (Yıkıma Giden Adam)


24. Yüzyılda Cinayet - The Demolished Man
Alfred Bester
Çeviren: Selma Mine
Deniz Kitaplar Yayınevi
Aralık 1983 (1. basım)
246 sayfa

Aralık ayının ilk yarısı çok verimsiz geçti benim için. Sıfırın altında süregiden sıcaklık, can sıkıcı hava derken kitap okuma hevesim kaçtı biraz. Böyle zamanlarda okumak için inat etmeyip kendi haline bırakınca daha çabuk geçtiğini düşündüğüm için çok üstelemedim ben de. Yavaş yavaş okuyorum, olduğu kadar. Varlığını uzun zamandır bildiğim, geçenlerde kitapçımda görünce "aa bu kitabı okumak istiyordum" diye aldığım bir kitap var, Kaybolan Sesler - Dünya Dillerinin Yok Oluş Süreci. Bu kitaba başladım, konu çok ilgimi çektiği halde bir türlü ilerleyemediğimi fark edince şimdilik bir kenara bırakıp daha sürükleyici kitaplara yönelmek istedim. Kaplan! Kaplan! ile tanıyıp çok sevdiğim Alfred Bester'in 24. Yüzyılda Cinayet'i ile denedim şansımı. Normalde bir oturuşta bitirmem gereken bu kitabı da ancak üç günde okudum, ama hiç yoktan iyidir!

24. Yüzyılda Cinayet (Orijinal ismi ile The Demolished Man, Türkçe çevirilerindeki diğer isimleri ile Anarşist ya da Yıkıma Giden Adam) Bester'in yayımlanan ilk romanı. Roman, ilk kez 1953 tarihinde yayımlanmış. Benim kitaplığımdaki baskısı ise 1983 tarihli, Selma Mine çevirisi ile Deniz Kitaplar Yayınevi tarafından yayımlanmış. -Çevirmen Selma Mine, çok değişik bir insana benziyor. Bkz: Kişisel web sitesi- Eski kitaplardaki çeviri dilini çok sevdiğim halde, bu kitabın çevirisini başarısız buldum, dizgi hatası olamayacak kadar bozuk cümleler var ve bunlar kitabın akışını bozuyor bence. Deniz Kitaplar ise, bir süre güzel kitaplar yayımladıktan sonra ortadan kaybolan onlarca yayınevinden biri olmuş anladığım kadarıyla. Kitabın sonundaki listede çok iyi kitaplar var, elbette çevirilerinin başarısı konusunda bir fikrim yok.

24. Yüzyılda Cinayet, insanların güneş sistemine yayıldığı bir gelecekte, 24. yüzyılda geçiyor. (A-aa?!) Zihin okuyabilen telepatların (Esperler) her kademede -çoğunlukla önemli alanlarda- görev aldığı, suçun çok azaldığı bir toplum oluşmuş. Yeteneklerine göre üç seviyeye ayrılan Esperler, polis teşkilatında, devletin çeşitli kademelerinde, büyük şirketlerde çalışıyorlar ama öncelikle Esper Loncası adlı birliğe bağlılar ve zihin okuma yeteneklerinin kullanımı için Hipokrat Yemini gibi bir yemin etmeleri gereken, katı kurallara tabi tutulan, birbirine çok bağlı bir topluluklar.

Esperlerin zihin okuma gücünün yaygın kullanıldığı toplumda uzun yıllardır cinayet gibi büyük bir suç işlenmemişken, Dünya gezegeninin en zengin insanlarından biri olan Ben Reich bir cinayet işlemeye karar veriyor. Sürekli tekrarlayan kabusları nedeniyle 2. sınıf bir Esper'den destek alan Reich, kabuslarından kurtulamayınca bilinçaltını da okuyabilecek 1. sınıf bir Esper'e gidiyor. Bu sırada rüşvet verdiği, şantaj yaptığı çeşitli insanların da yardımı ile birlikte cinayet hazırlığı yapmaya başlıyor ve roman hareketleniyor!

Ben Reich'ın işlediği cinayet, psikotik polis bölüm başkanı Lincoln Powell'ın katili yakalama çabası ve birçok karakterin dahil olduğu kocaman bir kurgu ile ilerliyor roman. Telepat polis Powell, aman vermez katılığı ile Ben Reich'ı yakalamak için uç fikirler uyguluyor; suçlu yakalandığında ne olacağı hakkında ise ipucu verilmiyor uzun süre. (Ne olacağını elbette size söylemeyeceğim!) Bilinç ve bilinçaltı araştırmaları, telepatik diyaloglar, ilgi çekici bir gelecek kurgusu ile çok güzel bir roman 24. Yüzyılda Cinayet. Bir Philip K. Dick kurgusu olan (ve film uyarlaması da yapılan) The Minority Report ile benzer bir temaya sahip, fakat PKD'in kısa öyküsünden üç yıl önce yayımlanmış. Çeviri nedeniyle biraz sıkıntı verse de severek okudum bu kitabı; yine de Kaplan! Kaplan! daha çok heyecanlandırmıştı beni. Bu romanı Kaplan! Kaplan!'dan önce okusam çok daha fazla beğenirdim sanırım.

24. Yüzyılda Cinayet'in baş karakteri Ben Reich da, Gully Foyle (Kaplan! Kaplan!) gibi çok hırslı bir karakter ve güdüleyen nedenleri farklı olsa da bir intikam peşinde koşuyor. Ben Reich'ın görünür tepkileri ile birlikte bilinçaltını da işlemiş Bester ve kitap boyunca gölgesini hissettiğimiz Suratı Olmayan Adam'ı ancak kitabın sonunda görebiliyoruz. Reich'ın kazanma, öldürme, kendini koruma çabaları kitabın iskeletini oluşturmuş; bu iskeletin etrafındaki karmaşık kurguda bütün bir toplumsal sistemi, suç ve ceza yaklaşımını; telepati kullanımının sosyal sonuçlarını ince ince işlemiş Bester.

Son olarak, kitaptan bir alıntı:
- Başlayın, Bay Reich.
- Yine Suratı Olmayan Adam.
- Karabasan mı?
- Sen, kan emici sülük herif, düşüncelerimi oku ve kendin bul! Evet, yine karabasan! Bir bankayı soymaya çalışıyordum. Sonra bir trene yetişmeye uğraştım. Birisi şarkı söylüyordu. Ben olduğumu sanıyorum. Elimden geldiği kadar bilgi vermeye çalışıyorum. Bir şey unuttuğumu sanmam...

1 Aralık 2013

Kasım ayı güncellemesi

Son iki haftadır buralarla pek ilgilenemedim. "Mevsim geçişi geleneksel soğuk algınlığı haftası" diye bir şey var, her yıl mutlaka şenlikler eşliğinde uğrar bana. Böylece kasım ayının birkaç gününü "hastayııım, başım ağrıyor, nefes alamıyorum, ay ateşim var galiba" mızıldanmalarıyla geçirdim. Tam olarak iyileşmeden Ankara'ya gidince ve Ankara'da bana sürpriz yapan buz gibi rüzgarlı havaya bolca maruz kalınca eve dönüp iki gün daha yattım. Bu arada, elbette istediğim hızda okuyamadım, günlerce elime kitap almadığım oldu.

Bir de araya "The Day of the Doctor" girdi, Doctor Who 50. yıl özel bölümü heyecanı birkaç gün önceden başladı; birkaç Whovian arkadaşımla sürekli birbirimizi gaza getirmelerimiz sonucu bölümün yayımlanmasının ardından bir hafta kadar devam etti. Kitap okuyacak kadar kendinde olmayan bünyem, Doctor Who bölümlerini baştan izlemeye itiraz etmediğinden, evde olduğum günler boyunca eski bölümleri tekrar izledim, izlemeye devam ediyorum. Bir yandan da, çoook uzun zaman önce başlayıp yarım bıraktığım el yapımı, kendi tasarımım TARDIS çanta projeme geri döndüm; devam etmeye üşenme nedenim olan detayları azaltıp çantaya minimal bir yaklaşım kazandırdım. Henüz bitmedi, ama tamamlayabilirsem üretim süreci fotoğraflarıyla birlikte bir yazıyı hak edecek!

Okuma durumuma gelirsek, Son Tiryaki'den sonra sadece Aylak Adam'ı okudum. Okuduğum baskı, kitabın 1974 tarihli ikinci basımı; ilk baskısı bana "yok artık" dedirten fiyatlarla satılıyor. Nadir Kitap'tan baktım da, 1000 TL'ye kadar çıkan fiyatlar var. İkinci baskıyı da, görece ucuza almışım sanırım. Aylak Adam'ı bitirdim, ama hakkında bir yazı yazmayı düşünmüyorum, kitabın ve Yusuf Atılgan'ın hakkını veremeyeceğimden korkuyorum. Üstelik bu kitabı yeni okusam da, yıllar öncesinden gelen bir anısı var; geçmişe dalmadan tarafsız bir değerlendirme yapmam çok zor.

Durum böyleyken böyle... Şimdi, yıllardır okumak isteyip yeni satın aldığım Kaybolan Sesler - Dünya Dillerinin Yok Oluş Süreci'ni okuyorum. Akademik bir çalışma sonucu ortaya çıkmış, epey ciddi bir kitap olduğundan, çok hızlı ilerleyemiyorum. Yine yıllık okuma hedefimi tutturamayacağım!

16 Kasım 2013

Son Tiryaki


Son Tiryaki
Metin Özdeş
Metis Yayınları
Nisan 1996 (1. basım)
168 sayfa

Müfit Özdeş'in Son Tiryaki adlı kitabı, Metis dizisinden çıkan tek Türk bilim kurgu kitabı. Yıllarını bir bilim kurgu fanatiği olarak geçiren Müfit Özdeş, bu alanda öyküler yazmaya başlamış; ardından Bülent Somay binbir dil dökerek bu derlemeyi yayımlamaya ikna etmiş kendisini. Buraya kadar her şey güzel, fakat sunuş yazısında Bülent Somay'ın dediği gibi:
"Türkiye gibi şu ya da bu sosyolojik/psikolojik/teknolojik/kültürel nedenlerle bilimkurgu dünyasına geç girmiş ülkeler, bu gecikmeleri nedeniyle bir kat daha şanssız oluyorlar."
Özdeş'in öykülerinde özgün fikirler, derin karakterler ve içi dolu kurgular bulmak zor. Çok iyi ustalardan, her biri ayrı yerden vuran onlarca bilim kurgu öyküsü okuduktan sonra, bu kitaptaki öykülere "iyi" demek çok zor, öte yandan "kötü" demeye de içim elvermiyor.

Kitapta yer alan 15 öykü, farklı türlerde yazılmış; yazarın kendine özgü bir dili yok ve bir arayış içindeymiş gibi gözüküyor. Bir öyküde "madde/enerji dönüşümü kuramını uygulamaya koyan libidosu yüksek periler" ile; başka bir öyküde dünyaya inip alkolik olmuş bir uzaylıyla karşılaşıyoruz. Genellikle eğreti duran bir erotizm var öykülerde, yazar "sex sells" lafına fazla güvenmiş adeta. Bir öyküde "bütün organları üçer tane" olan bir adam var diyeyim, siz anlayın. Kitap, beni bırakmayan bir "tam olmamış bu" hissi yarattı öyküler boyunca.

Kitaptaki ilk öykü olan İki Kısa Bir Uzun, bu derlemenin en derli toplu öyküsü bence, sürprizli finaliyle en sevdiğim öykü bu oldu. Derlemeye adını veren Son Tiryaki de, diğerlerinin arasından sıyrılan bir öykü. Bu ikisi dışında ise, çok iyi şeyler söyleyemiyorum öyküler hakkında. Yeraltı İnsanları adlı uzun öyküde örneğin, anlatım bir süre şimdiki zaman kullanılarak ilerlerken, aniden geçmiş zaman kipine dönüyor; "ne oldu şimdi, niye böyle" derken bitiyor kitap.

12 Kasım 2013

İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır -2-


İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır - Why People Believe Weird Things
Michael Shermer
Çeviren: Zeynep Reyhan Koç
Altın Bilek Yayınları
Haziran 2007 (1. basım)
542 sayfa (Bibliyografya ve dizin ile birlikte 615 sayfa)

Aylar önce (utanmasam bir yıl olacakmış) başlayıp yarım bıraktığım bu kitabı bitirdim dün. Şubat ayında, henüz kitabın yarısına gelmeden önce yazdığım kısa bir değerlendirme var aslında. Ama kitabı bitirmişken yine bir bahsedeyim istedim.

Bilimsel kuşkuculuğu yücelten ve bir kuşkucu olan Michael Shermer'ın kitabı akademik alıntıları, bölümlere ayrılmış incelemeleri ve fikirleriyle okunması gereken ve içeriğini çok sevdiğim bir kitap ama yine de okuyup bitirmek zor oldu benim için. Bölümleri ayrı ayrı zamanlarda okumak daha iyi bir okuma yapmayı sağlayabilir sanırım.

Kitap bilim ve kuşkuculuk konusunu anlatarak başlıyor, sahte bilim ve batıl inançlara değiniyor, evrim/yaratılışçılık, tarih/sahte tarih, uzaylılar tarafından kaçırılan insanlar gibi konuları inceleyerek devam ediyor ve sonunda "akıllı insanlar neden saçma şeylere inanırlar?" sorusunu cevaplamaya çalışıyor.
"Nadiren herhangi birimiz bir masa dolusu gerçeğin önüne otururuz, artı ve eksilerini değerlendiririz ve daha önce inandığımız şeyden bağımsız olarak en mantıklı ve akla uygun olan inancı seçeriz. (...) Sonra bilgi kütlesini sıralarız ve zaten inandığımız şeyleri en çok onaylayanları seçeriz ve onaylamayanları görmezden gelir ya da bahane buluruz."

7 Kasım 2013

Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı


Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı - The Stainless Steel Rat's Revenge
Harry Harrison
Çeviren: Metin Çetin
Metis Yayınları
Mart 1997 (1. basım) 
193 sayfa

Ah yahu Metis, ne diyeyim ben size! Üç gündür, Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı'na baktıkça Metis'e söyleniyorum, içten içten homurdanıyorum. Bu kitap, Paslanmaz Çelik Sıçan ile başlayan serinin beşinci kitabıymış. Hangi mantıkla "Biz bu serinin ilk kitabını yayımladık; şimdi aradaki üç kitabı atlayıp beşinciye geçelim" dediniz? Hadi içinizden biri bu öneriyi sundu, bir tane aklı başında insan çıkıp "Saçmalama!" demedi mi?

Bu duruma tölerans göstermeyi sağlayacak tek şey şu: temelde aynı karakterler yer alsa da, her kitap farklı bir macera anlattığı için okumadığımız kitaplarda ne olup bittiği bizi pek ilgilendirmiyor. Fakat, ilk kitabın sonunda belli bir noktada bıraktığımız iki karakter neler yaşayıp da bu kitaptaki duruma gelmişler, bunu merak ediyorum ben. Sana çok kızgınım Metis!!!

Öhm... Sinirim birazcık geçti, tamam. Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı, Harry Harrison'ın Paslanmaz Çelik Sıçan serisinin beşinci (Metis tarafından yayımlanan ikinci) kitabı. İlk kitapta tanıştığımız James diGriz, bu sefer Özel Birim için bir araştırma görevine çıkıyor. Diğer gezegenleri işgal eden militer bir gezegende başlayan gizli görevi, kadınların egemen olduğu Burada gezegeninde devam ediyor. Bol aksiyon, bol eğlence!

Serinin ilk kitabı gibi, bu kitap da bilim kurgu yazını adına çok fazla şey vaat etmiyor. Yine de, ilk kitaba göre daha fazla dikkatimi çeken noktaları var. Mesela, botox kaç yılında estetik amaçlı kullanılmaya başladı bilmiyorum ama; Harry Harrison 1970 tarihli kitabında şunu demiş: "Tabii ilk olarak sinirlerimi etkisiz hale getirerek yüzümdeki tüm ifadeyi silen bir iğne yaptım kendime." Başka bir yerde ahiret inancını ve "şu ana dair bilinç"i sorgulamış, savaş hakkında konuşmuş. Dikkat çekmek istediğim bir nokta daha var: Detaylandırılmasa da, kitapta bahsi geçen robotlar Asimov'un 3 robot yasasına dahil edilmişler: "... Ama tabii, silah taşıyamazlar ve herhangi bir tür şiddet içeren hiçbir harekette bulunamazlar."

Yani, bu kitabı okuyun. Tabii, önce Paslanmaz Çelik Sıçan'ı bir yerlerden bulup okumak iyi olur. Bu arada, kitapta adı geçen gezegenin adı orijinal yazımında da "Burada" ve Burada gezegeninde Taze, Fayda, Pire gibi isimleri olan insanlar var. Yayımcının eklediği dipnota göre, Harrison bu gezegendeki isimleri bir Türkçe sözlüğünden seçmiş. Çok ilginç değil mi?

28 Ekim 2013

Paslanmaz Çelik Sıçan


Paslanmaz Çelik Sıçan - The Stainless Steel Rat
Harry Harrison
Çeviren: Metin Çetin
Metis Yayınları
Ekim 1995 (1. basım)
166 sayfa
  
Harry Harrison'ın Paslanmaz Çelik Sıçan'ını yıllar boyunca arayıp bulamamıştım, her yerde Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı vardı, hala var; bu kitabı bulmak ise biraz daha zor. Sonunda, birkaç ay önce Ankara'daki Devr-i Alem Sahaf'ta buldum ve sevinçten havalara uçarak aldım kitabı. Fakat, kitabın başındaki kısa metni okurken yine üzüntülere boğuldum! Toplamda beş adet olan Paslanmaz Çelik Sıçan kitaplarının yalnız ilk ikisini yayımlamış Metis. Sonra ne olduysa, şu güzel seriyi yarıda bırakmışlar.
(Ekleme: Fanfictionpub blogunda yazan ABC'nin eklediği bağlantıya göre, 11 ayrı Paslanmaz Çelik Sıçan kitabı varmış. Tebrikler ve teşekkürler Metis!) :(

Paslanmaz Çelik Sıçan'ı uzuun süre aradıktan sonra okuyunca başım göğe erdi, rahatladım, huzur buldum. Ama yine de, Harry Harrison okuyacak birine önce Yer Açın! Yer Açın!'ı öneririm galiba.

Paslanmaz Çelik Sıçan, temelinde bir space opera; yani içinde kuramsal da olsa bilimsel bir yaklaşım, açıklama, detay yok. Hatları kabaca çizilmiş bir gelecekte, delikli kartlar ve kömürle çalışan taşıtlar gibi ufak steampunk detaylar içinde geçiyor roman. İnsanların galaksiye yayıldığı bu dönemde, genetik kontrol ve düzeltmeler sayesinde; topluma uyum sağlamayan insanlar, suçlular neredeyse tamamen ortadan kalkmış, suçtan uzak bir insan ırkı oluşturulmuş. Bu toplumun içinde yaşayan ve kendini "toplumun tavan arasında yaşayan sıçan" olarak tanımlayan James diGriz, karmaşık dolandırıcılıklar ve hırsızlıklar arasında Özel Birim'den kaçmaya çalışıyor; kendini hiç beklemediği durumlar içinde buluyor. Olay bu... Hafif dozlu bilim kurgu, keyifle okunan bir kitap.

Bir de, kitabın içinden küçük bir kağıt çıktı, kitabın eski sahibi ("Orkun, Kasım '95" yazmış iç kapağa) ufak notlar almış kitaptan. Kitabın içinde böyle bir şey bulmak çok hoşuma gitti. ^.^ (Spoiler olabilir, o yüzden yandaki fotoğrafa bakmamayı tercih edebilirsiniz.)

25 Ekim 2013

Eskişehir'de Bir Çizgi Roman Dükkanı


Yer-yön algımın zayıflığı sebebiyle, özellikle ara sokaklarda sıklıkla kaybolmayı başarıyorum ben. İki gün önce, defalarca gittiğim bir kargo şubesinden çıkıp eve dönerken, hemen caddeye çıkmak yerine ara sokaklardan dolaşarak çıkayım dedim; yine hatırlamadığım sokaklarda buldum kendimi. Aynı şeyi daha önce yaptığımda bir sahaf bulup çok sevinmiştim, bu sefer bir çizgi roman dükkanı buldum!

Çizgi roman okuru olmasam da, böyle bir yer görünce içeri girmeden geçemezdim. Madem bir kitap blogum var, bu mekan hakkında da bir şeyler yazmalıyım dedim ve hemen dükkana girdim. Şehir ve Ben isimli bu mekanın sahibi İlhan Bey'le sohbete koyulduk, yukarıda gördüğünüz iki fotoğrafı çektim, bir de İlhan Bey grafik tasarımcı olunca laf lafı açtı, epey sohbet ettik.

Şehir ve Ben yaklaşık bir yıldır oradaymış ve ben nasıl olup da daha önce görmemişim bilmiyorum. Çocukken severek okuduğum saman kağıda basılı Red Kit'ler, Superman'ler, Spiderman'ler, Tommiks'ler artık yok, ben de yeni çizgi romanlara pek meraklı değilim ama ola ki blogumu okuyan ve Eskişehir'de yaşayan bir çizgi roman okuru vardır, böyle bir yerin varlığını haber vermek istedim.

Yazının başında dediğim gibi zayıf olan yön algım ve yol tarif etme özürüm dolayısıyla, dükkanın nerede olduğunu anlatmaya kalkışmıyorum. Yerini merak edenler için, web sitelerindeki krokiye yönlendireyim sizi.

20 Ekim 2013

Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası


Şamatacı Suçlular, Dost Canlısı Olmayan Su Kabarcıkları, ve Hakkında Ne Hissettiğinize Bağlı Olarak, Belki de O Kadar da Korkutucu Olmayan Başka Şeyler, Kayıp Bir Ülke, Sahipsiz Cep Telefonları, Gökyüzünden Gelen Varlıklar, Peru'da Kaybolan Ebeveynler, Lars Fars Adlı Bir Adam ve Tam Olarak Bitiremediğimiz Başka Bir Hikaye - Noisy Outlaws, Unfriendly Blobs, and Some Other Things, That Aren't as Scary, Maybe, Depending on How You Feel About Lost Lands, Stray Cellphones, Creatures from the Sky, Parents Who Disappear in Peru, a Man Named Lars Farf, and One Other Story We Couldn't Quite Finish, so Maybe You Could Help Us Out 
Derleyenler: Ted Thompson, Eli Horowitz
Çeviren: Sevinç Kayır
İthaki Yayınları
Nisan 2013 (1. basım)
205 sayfa

Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası, Ted Thompson ve Eli Horowitz'in editörlüğü ile derlenmiş, çok eğlenceli bir kitap; eğlendirmeye önsöz ile başlıyor. Yani, daha önce de söylediğim gibi, önsözü okuyun diyorum. Her öyküyü farklı bir illüstratörün resimlendirdiği bu çok şenlikli kitapta en sevdiğim resimler Güneşkuşu adlı Neil Gaiman öyküsünün oldu, resimlendirmeyi Peter de Sève yapmış -ki, kendisi Ice Age karakterlerini tasarlayan kişiymiş meğer.-

Benim en sevdiğim öykü Jeanne DuPrau'nun yazdığı Kada Telefonu oldu. Öykülerin hiçbirinden bahsetmeyeceğim ama, epeyce absürd mizah içeren Şamatacı Suçlular'ı çok sevdim. Kitabın sonunda bir de bitmemiş bir öykü var. Yazı yazmaya meraklı okurlar için, devamını yazabilecekleri bir öykü başlangıcı yapmışlar; ben devam etmeye yeltenmedim ama keyifli olacağına eminim.

11 Ekim 2013

Mars Yıllıkları


Mars Yıllıkları - The Martian Chronicles
Ray Bradbury
Çeviren: Barış E. Alkım
İthaki Yayınları
Nisan 2013 (1. basım)
376 sayfa
"Sadece üzüntü ve keder dışında hiçbir şey getirmeyeceği halde, Tom'u biraz da olsa tutmak belki de hataydı, ama sadece bir gün kalıp gitse bile, boşluğu bomboş, karanlık geceleri kapkara, yağmurlu geceleri sırılsıklam yapsa bile, nasıl vazgeçebiliriz istediğimiz şeylerin ta kendisinden?"
Mars Yıllıkları'nı anlatmaya, yukarıdaki alıntıyla başlamasam çok eksik kalırdı. Neyse... Ray Bradbury'nin kitabı, bir astronomi profesörü olan Fred Hoyle'un sunuş yazısıyla başlıyor. Bazı kitapların sunuş/giriş yazıları ne kadar sıkıcıysa, bu sunuş yazısı o kadar keyifli. Hoyle, en yüksek edebiyat potansiyelinin bilim kurguda olduğunu iddia ediyor ve çok da mantıklı açıklamaları var. Okumadan geçmemek lazım.

Mars Yıllıkları, kronolojik olarak ilerleyen bir dizi öyküden oluşuyor. Ocak 1999 tarihinde Mars'a giden ilk ekip ile başlayan kitap Mars'ta ve Dünya'da yaşanan olaylarla Ekim 2026'ya kadar uzanıyor. Bradbury'nin her zamanki ustalığı ile en basit insan arzularından, en karmaşık etik sorunlara kadar değiniyor; bilim kurgu maskesinin arkasında sağlı sollu girişiyor okuruna. (Bu kadar argo bir benzetme yapmak istemezdim aslında, fakat bu adamın kitapları hep dayak yemişim hissi bırakıyor bende, kusura bakmayın.) 

Bir iki öyküde kendine yer bulan mistik yaklaşımlar dışında, çok sevdim kitabı. En sevdiğim öyküler de, "Haziran 2003: Göğün Ortasındaki Yol" ile "Eylül 2005: Marslı" oldu. Ayrıca, daha önce başka bir derlemede okuduğum, Poe'nun öyküsünü okuduktan sonra bir kez daha okuyunca daha çok sevdiğim "Usher II" de var kitapta. Yani, kısaca, diyorum ki okuyun bu kitabı.

8 Ekim 2013

Okuma Şenliği Final Raporu

9 Temmuz'da başladığımız çok keyifli etkinliğimizin sonuna geldik. On iki kategoride yüzlerce sayfa okuduğumuz şenlik, epeyce katılımcı topladı ve sanırım herkes çok keyif aldı bu etkinlikten. Organizatörümüz Pınar'ın girişimci ruhu ile, Yitik Ülke ve İthaki Yayınları bize destek oldular, hediye kitaplar gönderdiler. (Anansi Çocukları için teşekkürler!) Şenlik boyunca listeme sadık kalabildim, hatta zaman artırınca "herhangi bir kitap" kategorisindeki kitabımı değiştirip sayfa sayısını 94'ten 736'ya yükselttim.

Sonuç olarak, şenlik dahilinde okuduğum kitapların listesi şudur:
(Kitaplarla ilgili değerlendirme için kitap isimlerine tıklayabilirsiniz.)
Böylece, 9 Temmuz-4 Ekim arasında olmak üzere toplam 4099 sayfa eden 12 kitapla, 200 tam puanı tamamladım. Şimdi, diyorum ki, 1,5 yıldır elimde bekletip bir türlü başlamaya cesaret edemediğim Dune serisini okumam için bir etkinlik yapsak da, ben zorla otursam okusam. =)

6 Ekim 2013

Ekim-Kasım kitap kulesi

Bizim okuma şenliği için 3 aylık kitap listesi hazırlarken fark ettim ki, evde biriken ve okunmayı bekleyen kitaplarımı önceden sıralayıp bir liste yaparsam daha düzenli okuyabiliyorum. Şenlik listemi iki gün önce bitirdim, bugün de kitaplığın başına geçip kendime 10  kitaplık bir kule yaptım. Yetiştirebilir miyim bilmiyorum ama kasım ayı sonuna kadar bitirebilirsem süper olur. İşte o kule:


  • Son Tiryaki, Müfit Özdeş
  • Paslanmaz Çelik Sıçan, Harry Harrison
  • Paslanmaz Çelik Sıçanın İntikamı, Harry Harrison
  • Mars Yıllıkları, Ray Bradbury
  • 24. Yüzyılda Cinayet, Alfred Bester (diğer adıyla, Yıkıma Giden Adam)
  • Şamatacı Suçlular, Neil Gaiman, Nick Hornby...
  • Aslında Saçları Siyahtı, Altay Öktem
  • Ölümlüler Uyurken, Kurt Vonnegut
  • İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır, Michael Shermer (bu kitaba aylar önce başlamıştım, bu ay bitecek, kararlıyım!)
  • Yaylı Bacak Jack, Mark Hodder
Haydi bakalım...

5 Ekim 2013

Perdido Sokağı İstasyonu (Yeni Crobuzon 1)


Perdido Sokağı İstasyonu - Perdido Street Station
China Miéville
Çeviren: Güler Siper
Yordam Kitap
Ağustos 2011 (1. Basım)
736 sayfa

China Miéville'in Perdido Sokağı İstasyonu'nu çok kısaca anlatmam gerekseydi, "görkemli bir kitap" derdim. Neyse ki, çok kısaca anlatmak zorunda değilim, biraz detay eklemeyi düşünüyorum.

Bilim kurguyla fantastik kurgunun karıştığı, steampunk bir atmosfere kurulmuş kocaman bir roman Perdido Sokağı İstasyonu. Detaylı kurgusuyla, olayların devamında ne olacağını sürekli merak ederken; uzun betimlemeleriyle okumayı zorlaştırıyor kitap. Konuyu çok sevdiğim halde 736 sayfalık bu kitabı ancak 22 günde bitirebildim. (Ama, Necronomicon'un yolculuk için çok sıkıcı olacağını düşünüp, tuğla ebatındaki bu kitabı altı günlük İstanbul turum boyunca yanımda taşımamın ve Eskişehir'e dönünce önce Necronomicon'u bitirmek üzere kitaba ara vermemin de etkisi var bunda.) (Daha kısa cümleler kurmalıyım. Di mi?)

Yeni Crobuzon şehrinde geçen romanda İnsanlar, Kepriler, Vodyanoiler, Garudalar, Kaktüsler, hatta tekraryapımlar... birçok farklı ve insansı tür bir arada yaşıyor. Üniversiteyle arası bozulmuş, asi bir bilimadamı olan Isaac Dan der Grimnebulin, sevgilisi (Kepri ırkından) heykeltraş Lin, muhalif gazeteci Derkhan Blueday, suçlu Garuda Yagharek, tekraryapım Bay Alaca, robot konseyi, Dokuyucu, hatta cehennemden gelen bir iblis... Kitapta çok fazla karakter, çok fazla detay var; zaman zaman okumayı zorlaştırsa da Yeni Crobuzon'u tüm görkemiyle, karanlığıyla canlandırıyor bu detaylar.

Herhangi bir büyükşehrin tüm hiyerarşisi, zenginleri, kenar mahalleleri, gecekonduları ile yer bulmuş kitapta; romanın geneline hakim olan karanlık hava içinde bilim, büyü, buhar gücü bir araya geliyor; birçok farklı tür ve ırk aynı yerde yaşıyor ve "farklı olanın, bütünün bir parçası" olduğu çok katmanlı bir roman çıkıyor ortaya.

Kitabın konusundan çok fazla bahsetmek istemiyorum aslında, ama hiç anlatmadan geçmek de olmaz sanırım. Isaac ve Lin, alışılmadık ilişkilerini yürütürken Isaac kanatlarını kaybetmiş bir Garuda'ya yardım etmek için bir dönüşüm makinesi yapmaya çalışır; Lin ise şehrin en ulaşılmaz kötü adamının heykelini yapmak üzere bir anlaşma yapar. Isaac'ın eline geçen, ne olduğunu bilmediği bir tırtılın kozadan çıkmasıyla ise bütün şehir korkutucu bir olaylar zincirine kapılır.

Steampunk türünü, görsel sanatlarda (ve yıllar önce oynadığım Syberia adlı oyunda) çok sevsem de edebiyat alanında çok yakın değildim. Perdido Sokağı İstasyonu iyi bir başlangıç oldu sanırım. Bu kitabın ardından, Yeni Crobuzon serisinin devamı olan Yara'yı ve (henüz Türkçe çevirisi yayımlanmasa da) Iron Council'i de mutlaka okumak lazım.

Not: Bu kitabı, okuma şenliğimizdeki "herhangi bir kitap" kategorisine ekleyeceğim. Okuma şenliğinin sonuna geliyoruz, birkaç gün içinde durum raporumu yazacağım.

Not 2: Yazının başındaki fotoğraf, Eskişehir'e aniden kış gelmeden hemen önce yakalayıp keyfini çıkardığım "yazın sonu" park oturmasından. Yaz hemen geri gelirse çok sevineceğim!

23 Eylül 2013

Necronomicon Kara Dünyanın Kitabı


Necronomicon Kara Dünyanın Kitabı - Necronomicon
H.G. Ginger
Çeviren: Özgür Ümit Hoşafcı
Altıkırkbeş Yayınları
Şubat 2006 (1. Basım) 
230 sayfa

Yaz okuma şenliği için adında bir renk geçen kitap okumam gerekiyordu ya, Vargas Llosa'nın Yeşil Ev'i ile Necronomicon arasında kararsız kaldım; sonra Necronomicon daha uzun zamandır bekliyor diye bu kitabı okumaya karar verdim. Doğaüstü güçlerin varlığını kabul etmesem de, büyük bir hayalgücü içerdiği için ve genellikle görkemli bir güç, vahşet, gerilim sunduğu için büyü, kadim tanrılar, vampirler... gibi kurguları seviyorum. Necronomicon'da da bolca gerilim bulacağımı umuyordum. Bunun yerine, adeta bir ders kitabı buldum. 6.45'in genellikle görmezden geldiğim çeviri-yazım hataları bolca bulunuyor yine, iyi kitaplar yayımladıkları için "olur öyle" desem de gittikçe daha rahatsız edici oluyor bu özensizlik.

Kitap; H.P. Lovecraft ve Crowley'i anlatan, Cthulhu, Kabala, Marduk, İblis...i tanıtan bir giriş yazısıyla başlıyor. Sümer dinini de dahil eden birtakım karşılaştırmalar yapıyor; sonra da çeşitli tanrıların hangi büyülü sözlerle ve ritüellerle çağrılacağını anlatıyor.

Necronomicon metnini yazan ilk kişi olduğu söylenen Deli Arap'ın ağzından şöyle bir söz var kitapta:
"Ve bu metni inisiye olmayanlara gösterme, çünkü insanlarda ve canavarlarda deliliğe neden olabilir." İşte, kitapta bir tek bu cümle ile özdeşleşebildim, o sırada "ben niye bu kitabı okumak istedim, bir de okuma şenliğine ekleyip kendime zorla okutuyorum ki?" diye deliriyordum. 

Kitabın sonuna kadar dayandım ve böylece okuma şenliğinin gereğini yerine getirdim, şenliği tamamladım. Bundan sonra, zamanım yeterse, listemdeki birkaç kitapta değişiklik yapıp okuduğum sayfa sayısını artırmaya çalışacağım. =)

* 2013 yaz okuma etkinliği için, adında bir renk olan kitap. 10 puan!

5 Eylül 2013

Efsaneler Hikayeler Portreler


Efsaneler Hikayeler Portreler
Osman Çelik
İtalik Kitapları
2001 (2. basım)
352 sayfa

Osman Çelik, Kuzey Kafkasya tarihi, siyaseti ve halkları üzerine kitapları olan bir yazar. Kazanuko Jabağ adlı romanını uzun yıllar önce okumuştum ama kitap hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum. Neyse... Okuma şenliğimiz için, yazarı ya da karakterlerinden biri ile aynı adı paylaştığım bir kitap bulmam gerekiyordu; "Setenay adlı bir yazarı nereden bulacağım ben!" diye dertlenirken buldukça satın alıp pek okumadığım Kafkasya ile ilgili kitaplarıma baktım ve Efsaneler Hikayeler Portreler'i buldum. (Başka bir yazıda, seneler önce internette bulup satın aldığım Setenay'ın Ağacı adlı çocuk kitabını da anlatmalıyım!)

İsmimle ilgili, okula başladığım günden bu yana yaşadığım küçük bir sorun var. Normal koşullarda bir tanışma diyalogu şöyle ilerler:
- Merhaba, ben Ayşe
- Ben de Fatma, memnun oldum.
 Benim durumumda ise iki seçenek var:
- Merhaba, ben Setenay.
- Efendim? / Anlamadım? / Pardon? / Hımm... Anlamı ne?
ya da
- Merhaba, ben Setenay.
- Aaaa Çerkes misin?!
Yaklaşık otuz yıllık hayatım boyunca yaşadığım tuhaf tanışma diyaloglarına alışsam da, kalabalık yerlerde yüksek sesle çağırılmak hâlâ huzursuzluk veriyor. Durum böyleyken, neyse ki Kafkasya hakkında yazan yazarlar ve Nart destanlarının Setenay Guaşe'si var ve içinde adım geçen bir kitap bulabiliyorum!

Efsaneler Hikayeler Portreler, başlığından da anlaşıldığı gibi, üç bölüme ayrılmış. Efsaneler bölümü, Nartları anlatarak başlıyor, Sosrıko'yu (ve annesi Setenay'ı) anlatıyor. Sosrıko, neredeyse Grek mitolojisinin Achilles'ine denk bir karakter, yalnız topuğu yerine dizlerinden tutularak çeliklendiği için dizleri zayıf noktası. Devlerle savaşıyor, tanrılar katından insanlara şarap getiriyor, fırtına ve yağmuru çağırabiliyor... Tüm süper kahramanlar bir arada! Efsaneler bölümünde Sosrıko dışında; Nart Dav'ın, Ridade'nin, Heteg'in efsaneleri anlatılıyor.

Ardından gelen Hikayeler bölümü, bir kısmı kurgu, bir kısmı ise (kurgu olup olmadığı pek net olmayan) tarih hikayelerini içeriyor. Sürgün öncesi Kafkasya'yı anlatan hikayeler, Şeyh Şamil'in savaşını anlatan uzun bir hikaye, diaspora sonrası hikayeleri... Bu kısım, benim zevkime göre, fazlaca romantik ve -tarafsız değerlendirilirse- pek başarılı olmayan öyküler içeriyor.

Portreler ise... çok yakın olmadığınız bir tanıdığınızın kocaman bir fotoğraf albümünü dizlerinize yerleştirip hiç tanımadığınız birdolu insan hakkında, pek ilgi çekici olmayan birdolu bilgi vermesi gibi bir şey!

Son iki günümü hastane koridorlarında doktor bekleyerek geçirmeseydim bu kitabı bitirmem çok daha uzun zaman alırdı. Neyse ki, ESOGÜ tıp fakültesinde saat 11'e randevu veren sekreterler ve saat 15'te ortaya çıkan hocalar var! Bir türlü bitiremediğim bu kitabın sonunu görmemi sağladıkları için hepsine müteşekkirim.

Kuzey Kafkasya'dan Türkiye'ye gelen nesillerin devamı olarak, adımı çok seviyorum. Buraya taşınan müziğimizi, danslarımızı, genel olarak kültürümüzü seviyorum. Ama bizden önceki nesiller ile birlikte, arkadaşlarımın bazılarının da sahip olduğu anavatan özlemini ve merakını hissettiğimi söyleyemem. Tarihe ve siyasete olan genel ilgisizliğim bu konuyu da kapsıyor ve Kuzey Kafkasya'nın uzak/yakın tarihi, yaşanan savaşlar ile ilgili okuduğum hiçbir bilgi beynime işlememiş gibi gözüküyor! Bu kitabın da yalnızca Efsaneler bölümünden zevk aldım, çünkü Nart mitolojisi de tüm diğer mitolojiler gibi renkli ve güzel.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, Romanın yazarı veya karakterlerinden birinin adı veya soyadı benimki ile aynı olan bir kitap. 25 puan!

30 Ağustos 2013

Anansi Çocukları


Anansi Çocukları - Anansi Boys
Neil Gaiman
Çeviren: Murat Özbank
İthaki Yayınları
Temmuz 2013 (2. basım)
383 sayfa

Yaz okuma şenliğimizin ilk ayı bittiğinde, sevgili Pınar'ın girişimi ile İthaki Yayınları ve Yitik Ülke Yayınları, en çok puan toplayan katılımcılara kitap hediye ettiler. Böylece, uzun zamandır "okunması gereken yazarlar" listemde bulunan Neil Gaiman'ın Anansi Çocukları kitabı kapıma kadar gelip beni çok mutlu etti. Birkaç aydır katılmadığım Yazar Ayları etkinliğinde bu ay Gaiman'ın kitapları okunduğundan, şenlik listeme ara verip bu kitabı okudum.

Kitap, kapağındaki kısmî lak kaplı örümcek ağıyla beni biraz korkuttu (örümcekler, görünce koşarak uzaklaştığım yaratıklar arasında bulunuyor.) yine de çok kötü olamayacağını düşünerek okumaya başladım.

Tuhaf babası sayesinde özgüven sorunları olan, annesinin ölümünden sonra İngiltere'ye taşınan Şişko Charlie, babasının bir tanrı olduğunu öğrenir ve varlığından haberdar olmadığı kardeşiyle buluşur. Bütün öykülerin sahibi örümcek-tanrı ile oğullarının eğlenceli ve epey acayip macerası Gaiman okumak için iyi bir başlangıç oldu.

İngiliz yazarlar söz konusu olduğunda beklentilerim çok yükseliyor, Neil Gaiman'ın ünü de malum. Dolayısıyla, bu kitabı çok büyük beklentilerle okudum. Sonuçta, kitabı genel olarak çok sevdim. Yalnızca, Amerikan ergen dizilerinde gördüklerimizi anımsatan aşk ilişkilerinden hoşlanmadım. Öte yandan Neil Gaiman'ın yazım tarzı, Douglas Adams'ı anımsatan bir keyif verdi. "Sabahlık giyen bir kız odaya girdi" yerine "Şişko Charlie'nin sabahlığı odaya girdi. İçinde bir kız vardı" cümlelerini okumak güzel. Sonuç: Daha çok Neil Gaiman okumalıyım.

25 Ağustos 2013

Otomatik Portakal


Otomatik Portakal - A Clockwork Orange
Anthony Burgess
Çeviren: Aziz Üstel
Bilgi Yayınevi
Ekim 1982 (2. basım)
223 sayfa

Aziz Üstel çevirisi ile okuduğum Otomatik Portakal, çok acayip bir kitap! O kadar acayip ki, çok hacimli olmamasına rağmen ancak bir haftada bitirebildim.

Gündüz okula gidip, geceleri dört kişilik küçük çetesiyle sokaklara çıkan Alex'in cezalandırılma ve tedavi sürecini anlatan kitap birçok noktada çok rahatsız edici. Yalnız suçlunun değil, devletin (yetkililerin) psikolojisi ve davranışları da çok ağır biçimde eleştiriliyor -ki, kitabın (ve uyarlama filminin) çeşitli zamanlarda devlet organlarınca yasaklanmış olması hiç şaşırtıcı değil. Hatta, özgürlük için savaşan muhalifler de Anthony Burgess'in eleştirilerinden paylarına düşeni alıyorlar.

Benden çok daha yetkin kişilerin sayfalarca değerlendirmesini yaptığı bu kitap için çok fazla şey yazamıyorum. Yalnız, eski çete üyeleri olan iki kişinin, Aptalof ve Koca Göbek'in kitapta polis memuru olarak tekrar karşımıza çıkmaları ve otoriteyi temsil eden yeni halleri üzerine düşünülmeli. 
"Tanrının istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı'nın gözünde?"
"Benim için siyasi partiler önemli değildir. Nerede bir kötülük görürsem ona karşı çıkarım. Parti adlarının bir önemi yoktur. Özgürlüktür önemli olan. Halk, özgürlüğü için baş kaldırmaz, direnmez. Bir lokma ekmeğe, bir kaşık çorbaya değişir özgürlüğünü."
* 2013 yaz okuma etkinliği için, yasaklanmış bir kitap. 15 Puan!

17 Ağustos 2013

Langelot Sabotajcıların Peşinde



Langelot Sabotajcıların Peşinde - Langelot et les Saboteurs
Teğmen X
Çeviren: Zerhan Yüksel
Baskan Yayınları
1973
227 sayfa

Daha önce de bahsettiğim ve bir çırpıda çerez gibi bittiği için severek okuduğum Langelot serisinden bir kitap daha, Langelot Sabotajcıların Peşinde. Teğmen X'in bu kitabında, Langelot, İngiliz gizli servisine destek olmak üzere Londra'ya gidiyor ve bazı tarihi eserler ile kültür varlıklarına düzenlenen suikastlerin ardındaki gizemi çözmeye çalışıyor. Güzel bir İngiliz casusu ve çok yetenekli, 18 yaşındaki casusumuz Langelot güçlerini birleştirip, olayı çözüme kavuşturuyorlar. Daha önce okuduğum Langelot kitaplarına göre daha zayıf kalsa da, keyifli kitap.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, bir serinin ilk kitabı dışındaki bir kitap. 10 Puan!

14 Ağustos 2013

Gölge Oyunu, Ray Bradbury Anısına Yepyeni Öyküler


Gölge Oyunu, Ray Bradbury Anısına Yepyeni Öyküler - Shadow Show
Derleyenler: Sam Weller, Mort Castle
Çeviren: M. İhsan Tatari
İthaki Yayınları
Haziran 2013 (1. basım) 
470 sayfa

İki ay önce yayımlanan Gölge Oyunu ile ilgili ilk haberi okuduğum gün, "hemen almam lazım!" demiştim; kitabı geçen ay aldım, yeni okudum. Neil Gaiman var, Harlan Ellison var... Üstelik, geçen yıl aramızdan ayrılan Bradbury kitabın İngilizce basımını görmüş ve bu güzel selam duruşuna minik bir giriş yazısı da yazmış. Çok sevdiğim ve zekasına, yazımına çok saygı duyduğum bir yazar olan Bradbury anısına yayımlanan bu derlemeyi de severek okudum. Öyküleri sevdiğim kadar, yazarların açıklamalarını ve Bradbury ile ilgili anılarını/izlenimlerini okumayı da sevdim.

Kitabın en dikkat çeken öyküsü Bonnie Jo Campbell'ın yazdığı ve Resimli Adam'a öykünen "Dövme" olsa da, ben en çok Gary A. Braunbeck imzalı "Şişman Adam ve Küçük Çocuk" adlı öyküyü sevdim.
"Bütün filmlerin, televizyon şovlarının, reklamların ve dergilerin sadece ve sadece neredeyse aptalca görünecek kadar kusursuz beyaz dişlere ve mükemmel vücut hatlarına sahip insanları göstermeleri yetmiyor mu? Haaayır efendim. İşi ilerletmeleri gerekiyordu ..."
Öyküleri tek tek yazmaya gerek yok, Ray Bradbury seviyorsanız bu kitabı da seversiniz. Ray Bradbury sevmiyorsanız, söyleyecek bir şey bulamıyorum... M. İhsan Tatari'nin çevirisi bence gayet başarılı olmakla birlikte, kitabın birkaç yerinde "ve" yerine & işareti kullanılmış ve Türkçe bir metin içinde bu kullanım rahatsız edici geldi bana. Kitapla ilgili esas eleştirim ise kapağı. Biz o kadar anlatmaya çalışalım, "bilim kurgu dediğimiz şey uçan daireden, roketten ibaret değil" diye; sonra Ray Bradbury gibi bir ustanın adı geçen kapakta ancak uçan daire olsun. Olmamış. Yine de, dolu dolu bir kitap!

* 2013 yaz okuma etkinliği için, 400 sayfadan uzun bir kitap. 25 puan!

18 Aralık 2013 Ek: Kitabın çevirisini yapan M. İhsan Tatari, çok keyifli bir yazı yazmış bu deneyimi ile ilgili. Burada.