30 Kasım 2011

Yaban Kızlar


Yaban Kızlar - The Wild Girls
Ursula K. LeGuin
Çeviren: Algan Sezgintüredi
Versus Kitap
Ekim 2011
96 sayfa

Ursula K. Le Guin'in 54 sayfalık kısa romanı (ya da öyküsü) Yaban Kızlar; yazarın iki makalesi, bir söyleşi ve şiirlerle birleşmiş; 96 sayfalık harika bir kitap olmuş!

Yaban Kızlar, tanımadığımız bir medeniyeti anlatıyor. Taçlar, Kökler ve Topraklar'dan oluşan kast sisteminin karmaşık kuralları var. Taçlar'ın doğal bulduğu ve sorgulamadığı sosyal işleyiş, bir Toprak kızı olan Modh'a öğretilirken; kurallar, neye inanıldığı ve inananlarla nasıl yaşanacağı öğretildi ama adalet öğretilmedi; çünkü ortada adalet yoktu. Modh'un kız kardeşine duyduğu sevgi, yeni bir topluma ayak uydurması, ardındaki hayalet ve tabii ki bir aşk hikayesi! Keyifle okunan bir öykü olmuş.

Fakat, benim kitapta en sevdiğim bölüm Okurken Uyanık Kalmak isimli makale oldu! Büyük yayınevlerini, çoksatar kitap üretip uzun süreli çoksatarları -Tolkien kitapları gibi- gözden kaçıranları anlatmış; okur sayısının azaldığını söyleyenlere "yazın tarihi boyunca okur sayısı hiçbir zaman çok olmadı" diye cevap vermiş Le Guin. Harry Potter fenomeninden, yayıncıların öngöremediği ama sonuna kadar sömürdüğü kitaplardan bahsetmiş.
"Bir insan kitap okumaya zaman ayırmışsa veya ayırıyorsa, ya işleri gerektirdiği ya da başka kanallara erişemediğindendir. Ya da okumayı seviyordur ki, bunca ah vahlar ve yüzde hesapları arasında sadece okumayı sevenleri unutuvermek zor değildir."
Televizyon, sinema, internet de Le Guin'in değindiği konular arasında. İzlemenin edilgenliğinin aksine, kitap okumanın bir eylem olduğunu, dikkat istediğini anlatmış. 'Kitap, sizin yerinize bir şeyler yapmaz' demiş.
"Okumak bir iş birliği, bir katılımdır. Herkesin becerememesine şaşmamak lazım yani."
Kitapta yayınlanan söyleşi Terry Bisson ve Ursula Le Guin arasında gerçekleşmiş ve okumak çok keyifli. Şiirler hakkında yorum yapamıyorum; çünkü şiir okuma alışkanlığım yok! Kitapta son olarak Mütevazı Sohbet başlıklı bir yazıya yer verilmiş, ilk makale sayesinde Le Guin'in kişiliğinden yeterince etkilenmişken; bu metni de okuyunca Le Guin'in bütün makalelerini okumanın süper bir şey olacağına karar verdim!

29 Kasım 2011

Sahaflar


Kitapçıya girince boş çıkamayan, bütçesinin ciddi bir kısmını kitaplara ayıran bir insan olarak; en sevdiğim yerler sahaflar! Antalya'da yaşarken, çoğu aynı mahalde toplanmış bir sürü sahafı gezip saatler harcayabiliyor ve küçücük bir dükkanda hiç umulmayacak kitapları çok uygun fiyatlara alıyordum. Antalya'daki sahafların güzel bir yanı daha var, -antika denebilir mi bilmiyorum ama- eski eşyalar da bulunuyor oralarda, fotoğraf makinesi koleksiyonumun büyük kısmını Antalya'nın sahaflarına borçluyum!

Peki, neden sahaflardan bahsediyorum? Çünkü ben Eskişehir'de yaşıyorum ve "öğrenci kenti, kültürlü, keyifli" Eskişehir'de sahaf yok! (İnsancıl'ı pek sevmiyorum ve "sahaf"  denen ilk dükkanlarını gezerken nedense keyif almıyorum, dolayısıyla İnsancıl'ı saymıyorum.) Bir de yaklaşık iki ay önce keşfettiğim -ki açılmasından kısa bir süre sonra keşfetmişim- küçük bir sahaf var, yanlış hatırlamıyorsam Aşiyan adında bir yer. Bu küçük yer daha güzel, daha sıcak, sevimli... Fakat, Antalya ve Ankara'daki çeşitliliğe ve elbette fiyatlara çok uzak! (En çok sahaf gezisi yaptığım şehirler oldukları için Ankara ve Antalya'yı örnek verebiliyorum.)
Hafta sonu Ankara'ya gittim; genellikle yaptığım gibi Kızılay'da ve Zafer Çarşısı'nda sahafları gezip, elimdeki bütün parayı harcayıp güzel vakit geçirmeyi planlıyordum. Zafer Çarşısı'na gidemedim; Kızılay'da bir sene önce keşfedip bayıldığım sahafın ise duvarları kitapla kaplı bir kafeye dönüştüğünü görüp yıkıldım! Dost Kitabevi'nin kalabalığından nefret ettim, yine de bir tane kitap aldım. Kitapçı/kırtasiye karışımı bir yerden bir kitap daha aldım. Sonunda, Karanfil Sokak'ın girişinde, Kitapçılar Çarşısı diye bir yer dikkatimi çekti. Dışarıdan bakınca ÖSS kitaplarıyla dolu gibi gözüküyordu ama şansımı denemek isteyip içeri girdim, iyi ki girmişim! Bazıları büyükçe ve ferah, bazıları küçücük ve tıklım tıklım kitap dolu dükkanlar var; çoğunlukla güleryüzlü, ilgili sahipleri/çalışanları var. Üstelik fotoğraf çekmek için izin istediğimde itiraz eden bir kişi bile olmadı! -Fotoğrafları sayfaya yan yana yerleştirmeyi beceremedim, pes ettim.-


Cumartesi günü kitapçıları/sahafları tek başıma gezdim ve yedi tane kitap aldım. Carl Sagan'ın Mesaj'ını (Contact, evet, filmi de var.) buldum ve çok sevindim. Jules Verne'ün biyografisi var, iyi bir kitap olduğundan emin değilim ama olsun! Kütüphanemde yeterince yokmuş gibi, iki tane Agatha Christie romanı aldım, böyle giderse bütün bir rafa egemen olacak bu kitaplar. Ve okumak için en çok sabırsızlandıklarım: Bir Philip K. Dick, bir Kurt Vonnegut, bir de Aldous Huxley romanı!


Ankara gezimin ikinci gününü yine Kitapçılar Çarşısı'nda geçirdim! Bu sefer yeğenimi de götürdüm (ki kendisi 11 yaşında bir hanım ve İpek Ongun'dan başka şeyler de okumasını istiyorum!) Kendim için üç tane Jules Verne kitabı aldım; aldığım kitaplardan 80 Günde Devr-i Alem bende zaten vardı ama benimki tamir edilip ciltlenmiş, bu kitap orijinal kapaklı! Balonla Beş Hafta'yı ise yıllar önce okudum ama kütüphanemde yoktu. Sonuç olarak, her kitap için yaptığım harcamayı -kendimce- haklı bir konuma getirebiliyorum!


Yeğenime de dört tane kitap aldık, çoğunlukla benim yönlendirmemle olsa da, birlikte seçtik kitaplarını. Gizli Bahçe'yi (F.H. Burnett) mutlaka okuması gerektiğini söyleyerek zorla aldım, Denizde Macera'yı tamamen Enid Blyton'a güvenerek önerdim. Çarli'nin Büyük Cam Asansörü'nü aslında Çikolata Fabrikası'yla (Roald Dahl) birlikte almalıydık ama bulamadık... Okuldaki Hayalet (Thomas Brezina) küçük hanımın bağımsız tercihi ile seçildi.



Eve dönüp kitaplarımıza sevgi gösterilerinde bulunduk ama kitapları çantalara sığdırıp Eskişehir'e dönmek konusunda zorlandık. On dört tane kitap, taşımamız gereken yükü epeyce artırdı, zorlandık ama yine de getirdik kitaplarımızı! Bu arada, benim okunmayı bekleyen kitap yığınım da iyice büyüdü!

8 Kasım 2011

Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana


Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana - Something Wicked This Way Comes
Ray Bradbury
Çeviren: Ayşe Gorbun
İthaki Yayınları
Haziran 2000 (1. basım)
327 sayfa

On üç yaşında iki çocuğun, Will Halloway ve Jim Nightshade'in öyküsünü anlatıyor bu kitap. Zamanı, yaşlanmayı, karanlığı, ölümü anlatıyor. Fahrenheit 451 gibi harika bir bilimkurgu beklentimi,  henüz kitabın ismini ve öndeyiş'i okurken yok eden Ray Bradbury sembolik, fantastik, biraz mistik ve çok karanlık bir roman yazmış.

Fırtınanın hemen önünde hareket eden bir yıldırımsavar satıcısıyla başlıyor roman. Satıcı, Jim ve Will'i görüyor, çocukları, evlerini tanımaya çalışıyor. O evlerden birine yıldırım düşeceğini öngören adam, hangi ev olacağını anlamaya çalışıp o evde yaşayan çocuğa bir yıldırımsavar hediye ediyor.

Will ve Jim'in yaşadığı kasabaya gelen tuhaf bir karnavalla birlikte işler karışıyor, meraklı ve maceracı (on üç yaşındaki bütün oğlan çocukları gibi) kahramanlarımız kendilerini korkutucu olayların ortasında buluyorlar! Zamana müdahale edebilen adam, Resimli adam, bir ucube. Karnavalda olanlarla baş edebilmek için çok genç olan Jim ve Will. İhtiyar, sıradan, hayallerini gerçekleştirememiş bir adam, Charles Halloway. Birbirinden güzel işlenmiş karakterler var romanda. Fakat sorun şu ki, bu kitabın güzelliğini, hissettirdiği gerilimi, kapkaranlık atmosferini anlatmayı başaramıyorum ben!

Bazı kavramları öyle güzel anlatmış ki Bradbury, buraya alıntı yapmazsam çatlarım. Koca bir paragrafı buraya alamam ama, "iyi adam" olmayı daha güzel anlatan hiçbir metne rastlamadım:
"Ve insanlar gerçekten günahı severler ... bütün şekilleri, büyüklükleri, renkleri ve kokularıyla. ... Bir adamın başkalarını fazlasıyla yüksek sesle övdüğünü duyarsan, bir domuz ağılından yeni çıkıp çıkmadığını merak et. Öte yandan, yanından geçen o mutsuz, soluk yüzlü, rahatsız, baştan aşağı suç ve günahtan oluşan adamı ele al, eh, genellikle bu senin iyi adamındır. ... Çünkü iyi olmak korkutucu bir iştir."
'Cehalet mutluluktur' diyor bazıları, Bradbury ise tam tersini söylüyor bu kitapta:
"Bilmemek veya bilmeyi reddetmek kötüdür, ya da ahlak dışıdır en azından. Bilmezsen harekete geçemezsin."
Ve, ölüm:
"Ölüm var olan bir şey değil. Hiçbir zaman var olmadı, hiçbir zaman var olmayacak. Ama onu belirlemek, anlamak için o kadar uzun yıllar o kadar resmini çizdik ki, onu bir varlık, tuhaf bir şekilde canlı ve hırslı olarak algılamaya alıştık."
Eveet... Bu kitabı anlatmaktaki beceriksizliğimi bolca alıntı yaparak saklamaya çalıştım. Kitabın anlattıklarını; çocukların büyüme sancılarını ve ihtiyarların gençlik özlemini, zaman ve yaş kavramlarını, karanlığı uzaklaştırma yolunu çok sevdim. Fakat, itiraf ediyorum, kitabı neredeyse iki ayda bitirebildim! Ve evet, yine de, "Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana"yı okumanızı şiddetle öneriyorum.